Faruk Üstün / Sendikal Hareketin bunalımı Ve Sosyal Diyalogculuk Üzerine

Sendikal hareketin bunalımı ve "sosyal diyalogculuk" üzerine - Faruk Üstün
Dünya’da ve Türkiye’de Sendikal Hareketin önündeki en büyük sorun, güven bunalımıdır. Sosyalizmin gerçekleştirilmesi sürecindeki başarısızlığımız ve sosyalist sistemin çökmesinden yararlanan sermaye güçlerinin İdeolojik alanda başlattıkları azgın saldırılar karşısındaki edilgenliğimiz hatta yenilgiyi kabullenmemiz, işçi sınıfı başta olmak üzere bütün emekçilerin moralini bozmuş, sosyalizme olan güvenini büyük ölçüde sarsmıştır. İdeolojik ve pratik alandaki bu yenilgi, ister istemez, sınıf işbirlikçisi, teslimiyetçi sendikal anlayışın güçlenmesine yol açmıştır. Sermaye ile iyi geçinmeyi amaçlayan, temsil ettiği işçilerin haklarını ve çıkarlarını savunmak yerine, “işyerinin yaşaması için”, işverenlerin haklarının ve taleplerinin savunuculuğunu yapmak, “gerçekçi ve geçerli sendikacılık” olarak dayatılmaya başlanmıştır. “İşletmenin çıkarlarını ve geleceğini savunmak” adına işverenlerin taleplerinin savunulduğu,işçilerin taleplerinin göz ardı edildiği bu sendikal anlayışa; “Sosyal Diyalogculuk”, “sosyal ortaklık” gibi isimler verilmiştir. Bu anlayışa bağlı olarak sürdürülen sendikacılıkta belirleyici ve geleceği tayin edici olan; her hal ve şartta sermayedir, işverendir. Sosyal diyalogcu anlayışa göre; işverene rağmen ve işverenle kötü olarak sendikacılık yapmak, işçilerin sendikalaşmasını sağlamak olanaksızdır.

Bu sosyal diyalogcu ve sosyal ortaklık anlayışı ile sürdürülen sendikacılık, egemen sınıfın, tekelci sermayenin günümüzdeki adıyla emperyalist küreselleşmenin ideolojisinden ve tespitlerinden kaynaklanmaktadır. Çokuluslu ve ulus ötesi emperyalist sermaye güçleri, 1970 li yıllardan itibaren gittikçe hızlanan emperyalist küreselleşme sürecinin gereği olarak; sendikalara gerek kalmadığını sendikaların ancak ve ancak işverenlerin talepleri doğrultusunda, sermayenin çıkarları ile ters düşmemek kaydıyla, varlıklarını bir aksesuar gibi sürdürebileceklerini aksi takdirde tarihin tozlu sayfalarına atılmak zorunda kalacaklarını vurgulamaktadırlar.

Sermayenin bu ideolojik tespitinin doğruluğuna inanan, geçmişteki adıyla sarı sendikacılar, sosyal diyalog adı altında, bu tespitin savunucusu ve uygulayıcısı oldular. Küresel emperyalizmin ideolojisine teslim olmak demek olan bu sendikal anlayışın ve bu anlayışın ifadesi olan uygulamaların, işçilerin güvenini kazanması ve işçileri gerçek anlamda örgütlemesi olanaksızdır. İşte bu işveren işbirlikçisi ve teslimiyetçi sendikal anlayışın yaygınlaşmasının doğal sonucu olarak, sendikalar hızla güven ve üye kaybetmektedirler. Üye kayıplarının nedeni olarak bilimsel ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak üretici güçlerdeki büyük değişimleri, farklılaşmaları göstermek hatta sendikaların işlevsiz kaldığını ileri sürmek, gerçekleri saptırmak, gizlemektir. Sömürü ve sömürüyü sürdürmek için gerekli olan baskı ve zor ortadan kalkmadıkça sendikaların işlevsiz kalmayacağını en cahil işçi bile anlamaktadır. Esas sorun; sendikaların ideolojik, politik ve örgütsel olarak sermaye sınıfına ve devlet başta olmak üzere onun kurumlarına bağımlı duruma gelmelerinden kaynaklanmaktadır. Sendikalarımızı içine düştükleri bu bataklıktan çekip çıkaramadığımız sürece; sendikal hareketin yeniden güven kazanması ve yeniden sınıf örgütleri olarak güç ve işlev kazanmaları olanaksızdır. Bugün; neredeyse sendikalarımızın tamamı bu bataklığın içine çekilmiştir. İşletmelerde ve işyerlerinde örgütlenebilmek (daha doğru deyimle üye kaydetmek) için işverenlerden icazet/müsaade beklenmektedir. İşverenden icazet alınmadan üye kaydı yapılmamaktadır. Toplu iş sözleşmeleri ise; işçilerin talepleri doğrultusunda değil, işverenlerin emirleri doğrultusunda bitirilmektedir. İşçilerin mevcut yasalarla kazandıkları haklar dahi yok edilmektedir. Önceki sözleşmelerle kazanılmış haklar bile, işletmenin devamı, geleceği gibi bahanelerle, işverenlere bağışlanmaktadır.

İşin en acıklı yanı ise; bu işçi düşmanı uygulamalara karşı koyan işçiler, sosyal diyalogcu sendikacı – işveren işbirliği ile işten atılmaktadırlar.

Bu durumda ve koşullarda işçilerin kafasında sendika anlamını ve önemini yitirmektedir. Niçin sendikalı olduğuna, niçin sendikalı olması gerektiğine ne kendisini ne de bir başka arkadaşını inandırabilmektedir. Yasalarla ya da toplu sözleşmelerle kazanılmış haklarını kaybeden, işverenin saldırıları karşısında bir başına kalan işçinin sendikasına olan güveni kaybolduğu gibi, sendikasız işçilerin de sendikalara yönelimini büyük ölçüde zayıflamaktadır. Sendikalar aleyhinde propaganda yoğunlaşmaktadır. Sendika-İşveren birlikteliği savunan sendikacıların, işveren ağzıyla konuşarak; sendikasız işyerlerindeki işçilerin çok kötü koşullarını göstererek işçileri işverenin verdiğine ya da geri aldığına razı etmeleri, işçileri sendikalardan uzaklaştırmaktadır. İşverenler, sosyal diyalog bataklığına çektikleri sendikacıları ve sendikaları hem bu duruma düşürmektedirler hem de bu durumu işçilere göstererek; sendikaların bir işe yaramadığının, sendikalara gerek olmadığının propagandasını yapmaktadırlar.

Sosyal diyalogcu sendikacılarımız, bu gerçeği görmelerine karşın, sınıfın ideolojisine, işçi sınıfına ve kendilerine güvenleri olmadığından, sınıf sendikacılığının ne denli zor ve meşakkatli olduğunu bildiklerinden ve aidat sendikacılığının rahatlığına ve saltanatına alıştıklarından, ısrarla ve her türlü ihaneti yaparak, demokrasi dışı, insanlık dışı yollara başvurarak, sendikal hareketin, sınıf mücadelesinin önünü tıkamaya devam etmektedirler. Sınıf mücadelesine ve sendikal harekete en büyük zararı vermektedirler. 

Bu koşullar altında ve sürecin bu aşamasında; İşçi sınıfının sendikal hareketinin önünde bir tek yol bulunmaktadır. Hareketimizin önünü tıkayanları, ayak bağı olanlardan kurtulmak. Her türlü meşru haklarımızı ve gücümüzü kullanarak bu işbirlikçi teslimiyetçileri sendikalarımızdan söküp atmak. Sınıf bilinçli işçiler, meşru direnme haklarını kullanarak, sendikalara el koymalıdırlar. Bilinmelidir ki; bu işbirlikçi ve teslimiyetçileri arkasında işçi kitlesinin birliği ve dayanışması yoktur. Onlar güçlerini işverenlerden ve devletin kurumlarından almaktadırlar.

İşletmelerde ve işyerlerinde sendikaların işçilere ait olduğu ve bir avuç teslimiyetçinin eline bırakılmaması gerektiği, işverenlerle bir olup işçilerin sırtından saltanat sürenlerin sendikalardan sökülüp atılması için militanca mücadele bilinci yaygınlaştırılmalıdır.

İşveren işbirlikçisi, teslimiyetçi sendikacılığa karşı olan her türlü girişim desteklenmeli, birleştirilmeli, sınıf mücadelesini esas alan sendikal hareketin saflarına kazanılmalıdır. Hareketin başarısı ve kalıcı kazanımlar elde etmesi için bu şarttır.

Sınıf mücadelesini esas alan sendikal hareketin, Dünyada ve Türkiye’de enternasyonal dayanışmasını sağlamak ve güçlendirmek ise en başta gelen görevdir. Bu görevin yerine getirilmesi asla ihmal edilemez ve savsaklanamaz. Bu konuda bilimin, teknolojinin ve deneyimlerimiz sağladığı olanaklar sonuna kadar kullanılmalıdır.

İşletmelerde, işyerlerinde, işçiler ve işsizler arasında, emekçi mahallelerinde, her hangi bir siyasi örgütün adını, organik bağını taşımayan ve emek-sermaye çelişkisinden hareketle, sınıf bilincine ulaşmış ve sınıf mücadelesini esas alan sendikal hareketi destekleyen, bu harekete sahip çıkan, farklı siyasi görüşleri olan ya da olmayan bütün işçileri bünyesine alan organlar oluşturulmalıdır. Bu organlara öncelikle ve özellikle işletmelerde ve işyerlerinde işçi temsilcisi/sendika temsilcisi ya da yöneticisi olanların katılımı sağlanmalıdır.

Bu organların içinde yer alanların en geniş temsilini sağlayacak biçimde il ve ilçe İşçi Meclisleri oluşturulmalıdır. Bu meclisler kendi iç işleyişlerini sağlayacak kuralları/iç hukukunu oluşturmalıdır. İl ve ilçe işçi meclisleri alacakları kararlarla bulundukları il ve ilçelerdeki işçi hareketinin belirleyicisi, yönlendiricisi olmalıdırlar. Sendikalarda öz denetimi sağlamalıdırlar. 

İl ve ilçe işçi meclislerinin Türkiye genelinde örgütlülük ve etkinlik kazanmasıyla işçi sınıfı hareketinin birliği sağlanabilecek ve bütün demokrtik güçlerin bu birlik etrafında birleşmesi, ekonomik, demokratik, siyasi hak ve özgürlüklerin kazanılması, genişletilmesi mücadelesi kalıcı kazanımlar elde edecektir. Bu amaca ulaşabilmek için demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılmasından yana olan bütün güçlerin birleştirilmesi kaçınılmaz koşuldur.

Hangi sendikanın üyesi olursa olsun, ya da sendikasız olsun, devlete ve onun yürütme organı olan hükümete bağımlı, sermayenin güdümünde ve de işverenlerle işbirlikçi ilişkiler içine girmiş, teslimiyetçi bir yol izleyen sendikaların yerine yeni ve bağımsız sendikalar kurmak, içinde bulunduğumuz koşullar altında olanaksızdır.

Öyleyse birincil görev; sözünü ettiğimiz işçi meclislerini oluşturmak, sınıf mücadelesi temelinde işçilerin birliğini oluşturmak. Demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi bu hareket içinde örgütleyip yükseltmek ve bu süreç içinde işçi sendikalarını da sınıf mücadelesine çekmek ve aynı temel üzerinde yeniden yapılandırılmalarını sağlamaktır. Sendikaları yeniden işçi sınıfının mücadele örgütleri yapmaktır.

Önümüzdeki günlerde Sendikalar Yasasının yeniden düzenlenmesi gündemdedir. Sendikalar, bu süreçten işçileri bir yana sendika temsilcilerini hatta yöneticilerini dahi uzak tutmaktadırlar. İşçilerin sendikal hak ve özgürlüklerini düzenleyecek ve sınıf açısında böylesine önemli bir yasanın bütün işçilerin tartışmasına açılması gerekirken; her şey, kapalı kapılar ve dar komisyonlarda oldu bittiye getirilmektedir. İşçi sınıfı ise; tam anlamıyla seyirci konumunda bile denilemez, seyirci dahi değildir. Hiçbir şeyden haberi yoktur. Sendikalar Yasasında yapılan bir değişiklik üzerine, 15-16 Haziran 1970’de İstanbul’u işgal eden işçi sınıfından eser dahi yoktur. Sanki bu yasa düzenlemelerinin işçilerle alakası yokmuş gibi davranılmaktadır. Ne yazık ki işçilere öncülük yapacak siyasi örgütler de bu konuya gereken önemi vermemektedirler. İşçi sınıfının bilinçli ve öncü siyasi güçleri başta olmak üzere sınıf bilinçli bütün işçiler bu sürece en aktif biçimde müdahale etmelidirler.

Sendikal Hareket üzerindeki her türlü anti demokratik baskıların ve evrensel sendikal ilkelere aykırı sınırlandırmaların kaldırılması için işçileri duyarlı kılmak harekete geçirmek, bu taleplerimizin yeni yasaya yansımasını sağlamak en önemle ve acil görevlerdendir.

Söz konusu yeni yasanın düzenlenmesi; yine bir avuç akademisyen ile devletine bağımlı, işveren işbirlikçisi, teslimiyetçi sendika bürokratlarının ve yasaya istediği gibi biçim ve öz kazandırmak için her fırsatı kullanan işveren örgütlerinin eline terk edilmiştir. İşçi sınıfının örgütlü ve tayin edici birleşik gücünü ortaya koyamadığımız sürece; Yeni İş yasasının çıkartılmasında olduğu gibi, Sendikalar yasası da, toplu iş sözleşmesi yasası da İşverenlerin çıkarları doğrultusunda hazırlanacak ve çıkartılacaktır.

Biz, sınıf bilinçli işçiler olarak, siyasi öncüler olarak; sendikaların örgütlenmesine, yapılanmasına ve kendi iç hukukunu düzenlemesine, demokratik hak ve özgürlüklere, demokratik ilke ve işleyişe ters düşmemek kaydıyla, Devlet, Hükümet, işveren örgütleri ve sendika bürokratları müdahale edememelidir, Sendikaların örgütlenmesinin, toplu sözleşme ve grev hakkının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır, diyorsak; bunun gerçekleşmesi için üzerimize düşen görevleri layıkıyla yerine getirmek zorundayız.

Sendikal Hareketin her türlü yasaklardan, baskılardan ve sınırlandırmalardan kurtarılmasını sosyal diyalogcu sendika bürokratlarından ve bir avuç akademisyenden ve AB uyum yasalarından beklersek; işverenlerin eline terk etmiş oluruz ki, bu da hareketimizin çok daha büyük darbeler almasına göz yummak olur ve tarih önünde hesap veremeyiz.

H.Faruk Üstün – 12 Temmuz 2006/İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Migros Satılıyor Migros Kime Satılıyor

Simon Ne Demek Simonlar

İKTİDAR İÇİN DEĞİŞİM