İşçi Sınıfı Sağcı Mı Oldu

İŞÇİ SINIFI SAĞCI MI OLDU?
Mali sermayenin egemenliği ve emek piyasasında dayatılan büyük değişimler ilave olunca, sol partilerin işçi sınıfıyla kurdukları simgesel aidiyet ilişkisi giderek boşlukta kaldı. Avrupa´da işçi sınıfının çoğunluğu son 20 yılda sağ ve aşırı sağ partilere oy verirken, kendi konumlarını tehdit eden neoliberal politikalara da evet demiş oluyorlardı. Bu, çelişki değil mi?

Son 30 yılda bütün gelişmiş ülkelerde gelir dağılımı, ücretliler aleyhine bozuldu. Bazı ülkelerde katma değerden ücretlerin aldığı pay yirmi puan azaldı. Bazılarında düşüş daha sınırlı kaldı. Bu süre zarfında, siyasal iktidardaki değişimlere veya iktisadi konjonktürdeki oynamalara bağlı olarak, emekçiler üretilen değerden aldıkları payı bir dönem biraz artırabildiler ama genellikle bu kısmi telafiyi bile koruyamadılar. Birkaç yıl sonra değişen hükümetler veya yeni bir iktisadi dalga, emeğin GSYİH içindeki payının yeniden gerilemesine yol açtı. Sermaye gelirlerinin payı uzun vadede arttı. 

Thatcher-Reagan döneminden itibaren yaygınlaşıp egemen olan iktisat politikaları neticesinde ortaya çıkan bu yapısal değişiklik, ilginçtir, işçi sınıfının sol partilere giderek daha fazla sırtını dönmesiyle paralel gelişti.

Yabancılaşma
Bu iki olguyu yan yana getirince, bu durumun nedeni olarak akla gelen ilk yanıt, sol partilerin işçi sınıfının taleplerini, çıkarlarını savunmaktan uzaklaşmaları, neoliberal politikaların içinde reformlar yapmayı önermekle yetinmeleridir. Bu görüşün daha radikal ifadesi, sol partilerin işçi sınıfına yabancılaşması veya ihanet etmesidir. Yabancılaşma veya ihanet teması yeni değil. 20. yüzyılın ilk yıllarından beri sol içinde dile getirildi. Robert Michels'in 1911'de yayımladığı Modern Demokrasilerde Siyasal Partilerin Sosyolojisi kitabında "oligarşinin çelik yasası" olarak tanımladığı, sol siyasetçilerin bu "ihanet potansiyeli" idi. Alman sosyalisti olan Michels, daha sonra siyasal kariyerini İtalya'da Faşist partiye üye olarak sürdürdü. Ona göre, Mussolini'nin karizmasıyla proletaryanın iradesinin aracısız buluşması, bürokratik oligarşinin aracılığını ortadan kaldırıp, gerçek proletarya demokrasisini yaratıyordu! 

Michels gibi, işçi sınıfı da İtalya'da, Almanya'da faşizme, Nazizme benzer nedenlerle savruldu. Ama savaş öncesinde başka ülkelerde, savaş sonrası Almanya ve İtalya'da, işçi sınıfı ile sol partiler arasındaki sosyo-ekonomik ve siyasal yakın ilişki 1970'lere kadar devam etti. Dolayısıyla işçi sınıfı sol partileri, her zaman ve her yerde sınıf ihanetinin örgütleri olarak algılamadı. 

1980'ler bu konuda ciddi bir kırılma dönemi oldu. Komünist sistemin 1980'lerin sonunda çöküşü, piyasa ekonomisinin alternatiflerini tasarlamayı neredeyse imkansız kıldı. Buna küreselleşmenin getirdiği mali sermayenin egemenliği ve emekçilerin aleyhine emek piyasasında dayatılan büyük değişimler ilave olunca, sol partilerin işçi sınıfı ile kurdukları simgesel aidiyet ilişkisi giderek boşlukta kaldı. 

İşçi sınıfının üyelerinin 1970'lerden bu yana yüzlerini giderek sağ partilere döndürmelerine, birçok yerde aşırı sağın çekirdek seçmen grubunu oluşturmalarına şahit olduk. Yukarıdaki "ihanet" ve "yabancılaşma" temaları bir bakıma tersine çevrildi. İşçi sınıfı giderek sağcı mı oldu sorusu gündeme geldi. 

Brüksel Özgür Üniversitesinde siyaset bilimci Jean-Michel De VVaele'in derlediği, "Avrupa'da işçi sınıfı sağcılaşıyor mu?" başlığıyla, 2011 sonunda Fransa'da yayımlanan kitap (Economica, Paris), bu soruya yanıt arıyor. Batı dünyasında, birkaç ülke haricinde, işçi sınıfının çoğunluğunun sağ partilere oy vermesi artık neredeyse doğal bir olgu haline geldi. Seçimlerde işçi sınıfı cephesinde sınıf tavrının kaybolmasının bu sınıfın üretim sürecindeki konumunun değişimiyle ve Batı dünyasında liberal ve muhafazakâr değerlerin egemenliğinin pekişmesiyle yakından ilgisi var. 

Ama işçi sınıfının bir kesiminin eskiden beri muhafazakar partilere oy verdiği, popülist sağ partilerin her yerde ve her zaman güçlü bir işçi tabanına sahip oldukları da bir gerçek. Kitapta yer alan çalışmalarda, Hıristiyan-demokrat veya muhafazakar partilerle Batı işçi sınıfının azımsanmayacak bir bölümünün eskiden beri kurduğu aidiyet ve temsil ilişkisi de ele alınıyor. Dolayısıyla "neden işçi sınıfı sağcı oldu?" değil, neden işçi sınıfının sol partilere teveccüh eden bölümü bu partilere sırtını döndü biçiminde sormak daha doğru. 

İşçi sınıfıyla ilgili özcü bir yaklaşımı terk ederken, karşımıza iktisadi değişimler kadar, kültürel değişimlerin de etkisi çıkıyor. Bu alanda ise, işçi sınıfında tarihsel olarak muhafazakarlığın (eşcinsellik fobisi, yabancı düşmanlığı, kadını küçümseyen erkek egemen kültür, vs.), otoriter eğilimlerin toplum ortalamasına göre her zaman daha yüksek olduğu tespitiyle karşılaşıyoruz. Bu otoriter eğilimli muhafazakar zemin üzerinden sağa geçiş kolaylaşıyor.

Neoliberal çelişki
Avrupa'da işçi sınıfının çoğunluğu son 20 yılda sağ ve aşırı sağ partilere oy verirken, kendi konumlarını tehdit eden neoliberal politikalara da evet demiş oluyorlardı. Bu çelişki değil mi? Belki değil. Çünkü özelleştirme, piyasalaştırma politikalarını öne çıkararak değil, güvensizlik, yabancı tehdidi gibi temalara bandırılmış yeni milliyetçi söylemlerle sağ partiler işçi sınıfının oylarını kendine çekti. 

Avrupa aşırı sağlarının, son on yılda siyasal söylemlerinde var olan, "Maastricht'in avro küreselleşmeciliğinin ezdiği, sefalete sürüklediği alttakiler, emekçiler, rütbesizler" teması, 2008 krizi sonrası daha da güçlü dile getirildi. Üstelik artık aşırı sağ, sadece felaket tellallığı yapmıyor. "Küçükler, alttakiler; teslim olmayın, umutlanın!" çağrısında bulunuyor. "Artık korkmayın!" diyor. Böylece, "şimdi korkuyorsunuz ve haklısınız" demiş oluyor. 

Düzensiz işlerden, güvencesiz istihdamdan, alım gücünün azalmasından, işyerlerinin başka ülkelere taşınmasından, pazar günü tatili hakkının elinden alınmasından korkuyor işçi sınıfı. Sağ partilerin buna yanıtı, etno-kültürel dayanışma ve ona bağlı güvenin ön plana çıkarıldığı bir liberal-muhafazakar milliyetçilik. Buna ilaveten girişimcilik ideolojisi. 

Zamanın ruhu olarak da tanımlanabilecek neoliberal ideoloji bu yeni hegemonyanın dilini oluşturuyor, kelimelerini üretiyor. Büyüğe, rütbeliye, küresele, kozmopolite, memura ve giderek solun asli oy deposu haline gelen yeni orta sınıflara tepki duyuyor Avrupa işçi sınıfı. İktisadi olarak giderek kenarda kalma, toplumsal stati1sünü kaybetme korkusu içinde, sağ ve aşırı sağ partilerde güven ve düzen arıyor. Bu kalıcı bir durum mu? Bu soruya yanıt aramak, homojen bir aktör olarak işçi sınıfı (hâlâ?) var mı konusuna girmek demek. Bu konuyu ele almaya Türkiye'yi de dahil ederek devam edeceğiz. Kaynak: Radikal II, AHMET İNSEL

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Migros Satılıyor Migros Kime Satılıyor

Simon Ne Demek Simonlar

İKTİDAR İÇİN DEĞİŞİM