DİSK/Yeni Şafak Gazetesi Yazarı İbrahim Kahveci’ye Açık Mektup

Emekçilerin dünyasından gelen seslere sadece kulağını değil yüreğini de kapatanların iflah olmaz sağırlıkları üzerine AÇIK MEKTUP

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün’ün, sendikaları suçlamayı alışkanlık haline getiren Yeni Şafak gazetesi yazarı İbrahim Kahveci’ye AÇIK MEKTUBU:

“Emekçilerin dünyasından gelen seslere sadece kulağını değil yüreğini de kapatanların iflah olmaz sağırlıkları üzerine...”


Sayın İbrahim Kahveci
Yeni Şafak Yazarı


Yeni Şafak gazetesinin 13 Ekim tarihli “Demokrasi rüzgârı sendikalara da uğramalı” başlıklı köşe yazınızda, şunları söylüyorsunuz:

“Sesleri çıkmıyor... Çıt yok... Çalışan kesime karşı sermayenin olanca hücumu yaşanıyor, ama, sendikalardan ses yok. TÜSİAD ‘esnek çalışma sistemi’ diyorken meğerse yanında DİSK Başkanı Süleyman Çelebi varmış... Ben de TÜSİAD'ı kınarken, şimdi sıra sendikalarda, diye bekliyordum: Sendika-sermaye el ele -hep beraber işçileri sömürmeye..”

Açık konuşalım;

Bizi her daim hedef tahtasına koyan iktidar yanlısı yazarların alışık olduğumuz yöntemlerine başvurarak, zorlama iddialar, iftira ve çamur atma teknikleriyle DİSK’i okur kitleniz karşısında güya “küçük düşürürken” kendinizi emekçiler karşısında aklamaya çalışmanızın nedenini çok iyi anlıyor fakat dersine iyi çalışmayan bir öğrenci edasıyla yalan yanlış bilgi kırıntılarına ihtiyaç duymanızı da oldukça “gülünç” buluyoruz.

Doğrusunu isterseniz, sendikal alanı takip eden ortalama bir üniversite öğrencisinin bile gülüp geçeceği bilgisizce sarfedilmiş iddialarınız yerine “nitelikli” bir eleştiriyi, sizin gibi “deneyimli” gazetecilerden hak ettiğimizi düşünüyorduk. Oysa, mesleğine yeni başlamış bir gazetecinin bile yazmaktan sakınacağı sözleri rahatlıkla sarfetmeniz, üzüm yemekten çok bağcı dövme niyetinizi açıkça gösteriyor.

Bunu da anlarız!.. Siyasi iktidara yakın olmanın nimetlerinden yararlanmak, muhaliflerini gelişigüzel tokatlayarak “aferin” almak isteyen, sırtını sıvazlatırken istikbalini de düşünen ilk ve tek gazeteci siz değilsiniz. İstikbalinizin yegane yolu olarak meslek etiğini ve vicdanınızı arşive kaldırmayı uygun bulmanıza diyecek bir sözümüz yok...

Ama biraz insaf!..

Sizin deyiminizle “çalışan kesim”e karşı, sermayenin olanca hücumu, sizin yeni farkettiğiniz gibi bugün yaşanmıyor!. Onlarca yıldır yaşanan bu saldırı (hücum) 12 Eylül’le barutunu doldurarak, Özal hükümetleri ve devamcıları döneminde hedef gözetmeksizin sürerken, AKP iktidarı döneminde de hedef gözeterek, yani bizatihi işçi sınıfı ve emekçileri hedefleyerek devam etmektedir.

“Çalışan kesim”in ve sizin de hedef aldığınız sendikal örgütlerinin bağırmaktan artık sesi kısıldı!. Ama buna ragmen sizin “sesleri çıkmıyor, çıt yok” demenizin en iyimser nedeni; ya oturduğunuz fildişi kulelerin yeterince yüksek olmasına ya da artık emekçilerin dünyasından gelen seslere sadece kulağınızı değil yüreğinizi de kapatmış olmanıza bağlanabilir. Sağır olma ihtimalinizi de hiç düşündünüz mü?

Algılarınızı emek dünyasına kapattığınız anlaşıldığı için, endüstriyel ilişkiler dersi alan veya iktisada meyilli ortalama bir gencin bilebildiği bazı gerçekleri hatırlatmaya çalışalım:

Sermayenin bir örgütü olarak sadece TÜSİAD “esnek çalışma sistemini” savunmuyor. Başta neoliberal ekonomiyi iştahla uygulayan ve özelleştirmeyi, esnek çalışma sistemini, güvencesizliği, taşeronlaşmayı emekçilere zorla dayatan AKP hükümeti olmak üzere, MÜSİAD’ın da içinde bulunduğu serbest piyasacı bütün çevreler savunmaktadır.

Görüldüğü kadarıyla, oturduğunuz yerden “kınama” zahmetine katlanmanız oldukça eksik kalmıştır!..

“Esnek çalışma sistemi”nin damarlarından birinin, TEKEL işçilerince karda kışta ve bütün baskılara karşı sürdürülen DİRENİŞİN, kamuoyu tarafından da çok iyi bilinen meşhur “4-C” olduğunu anımsar mısınız? Anımsamayabilirsiniz çünkü siz bütün o dönem boyunca bir kez olsun TEKEL işçilerinin adını bile anmadınız. Köşenizde yazdığınız 9 Şubat 2010 tarihli “TEKEL işçisi Türk'se UZEL işçisi kim?” başlıklı bir tek yazınızda da “...benim üniversite mezunu çalışanımdan bile daha fazla paraya razı olmayan TEKEL işçileri için yer yerinden oynayacak.” diyebilmiştiniz.

“Daha fazla paraya razı olmayan” dediğiniz işçilerin, kınadığınızı söylediğiniz “esnekliğe”, güvencesizliğe ve sefalete kurban edildiklerinin farkında mısınız? Ama farkında olsanız, TEKEL işçilerinin güvencesizliğe karşı verdikleri onurlu mücadeleyi destekleyen aydınları, sanatçıları ve sendikaları suçlamaya kalkmazdınız... Bırakın gerçek sendikaları, sarı sendikacılar tarafından protesto edilen gazeteci ünvanına sahip olmazdınız.. (Bkz. 9 Şubat 2010 tarihli yazınız)

Bunları hatırlamasınız bile; zannederiz ki, sadece TEKEL işçilerine değil, sırada bekleyen İl Özel İdareleri, şeker, PTT, enerji gibi işkollarında mağdur duruma düşecek 126 bin işçinin geleceğini de etkileyecek olan ve esasında emek dünyasına dayatılan “esnek çalışma sistemi”ni de kapsayan AKP’nin, Anayasa referandumunun geçmesinin ardından artık uygulamaya koyacağı “Ulusal İstihdam Stratejisini” mutlaka hatırlarsınız.

Bu belgede güvencesiz istihdam, esnek çalışma modelleri yer alıyor. Ayrıca kıdem tazminatının bir biçimde kaldırılması, bölgesel asgari ücret, Özel İstihdam Büroları'nın faaliyete geçmesi, kiralık işçilik, işsizlik Fonu'nun amaç dışı kullanılması gibi uygulamalar gündeme gelecek.

Siz hiç, emekçilere saldırısından dolayı AKP hükümetini kınamış mıydınız Sayın Kahveci? Özel İstihdam Büroları'nın faaliyete geçmesi, kiralık işçilik, işsizlik Fonu'nun amaç dışı kullanılması konularıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun yalnızca bir üretim maliyeti kalemi olarak ele alınması sonucunda, ülkemizde iş kazalarının iş cinayetlerine dönüşmesine yol açan, güvenliksiz koşullarda çalışmayı olağanüstü yaygınlaştıran ve meslek hastalıklarını arttıran bir ortamı yerleştirmesi hakkında yazmayı hiç düşündünüz mü?

Tersanelerde ve maden ocaklarında sermayeyi önlem almaya zorlamayan hükümet uygulamaları yüzünden binleri bulan emekçi ölümleriyle ilgili hükümete hiç soru yönelttiniz mi?

TTK'nın Zonguldak Karadon Müessese Müdürlüğü'nün ­ocağında patlama sonucunda hayatını kaybeden 32 madenciyle ve bu kazadan 5.5 ay geçmesine karşın cesetleri çıkarılamayan 2 işçiyle ilgili olarak neler yaptınız?

Sadece Anayasal haklarını kullanarak sendikalı oldukları için işten atılanların, bırakın grev haklarını kullanmayı toplu sözleşme haklarını bile kullanamayan emekçilerin, krizin faturasını açlık ve sefaletle ödeyen milyonların sesini hiç işittiniz mi? Onların yaşadıkları yoksulluğu bir saniye olsun düşündünüz mü? Çocuğunu okula gönderememenin, bir öğün yemek verememenin ne olduğu gerçeğiyle karşılaşmadınızsa da, en azından bu acıyı bir an olsun hissettiniz mi?

Eğer hissetinizse, hangi yazınızda buna değindiniz, hangi yazınızda hükümeti ve sermaye çevrelerini bu bitmek bilmez kâr hırslarından dolayı kınadınız, emekçiler en temel haklarını mahkeme kapılarında ararken hangi davaya katılarak onlara destek oldunuz?

Bu ülkede, emeklilerin, çiftçilerin ve gençlerin Anayasal örgütlenme haklarını kullanarak kurdukları sendikalar birer birer kapatılırken küçük de olsa bir destek sundunuz mu? Veya hükümete “demokrasi havarisi kesiliyorsunuz ama emekçilerin anayasal haklarını kullanmalarını niçin engelliyorsunuz?” diye sordunuz mu hiç?

SİNTER işçilerinin, NAKLİYAT işçilerinin, BELEDİYE işçilerinin, KIZILAY işçilerinin, İTFAİYE işçilerinin, TEKEL işçilerinin, ÇEMEN Tekstil işçilerinin, MARMARAY işçilerinin yaşadığı ve daha pek çok işyerinde yaşanan hak ihlallerini kınamış mıydınız hiç? Yine anayasal hakkını kullandığı için kapıya bırakılan ve aylardır hastane kapısında direnen sağlık emekçisi Türkan Albayrak’a dayanışma ziyareti yapmayı düşündünüz mü?

Krizin çalışanları acımasızca vurduğu bir dönemde adeta emekçi kesimlerle alay edercesine krize karşı çare olarak “Alışveriş yapın!” deme cüretini gösteren, krizin boyutlarını “ciklet satarak” atlatılacak düzeye indirgeyen, “Türkiye’nin Yüzü Gülsün Diye” kampanyaları açan, sizin de çok yakından tanıdığınız işçi ve işveren örgütlerini kınamış mıydınız? Söyler misiniz?

Biz söyleyelim: Bunların hiçbirini yapmadınız!

Yaptığınız tek şey, emekçi örgütlenmelerini rencide ederek, işe yaramaz göstererek, emekçileri örgütlerinden soğutmaya ve sendikaları küçük düşürmeye çalışarak aslında tam da kınadığınızı söylediğiniz “esnek üretim biçimi”ne direkt katkı sağlamaktır...

Sayın Kahveci,

“Esnek Çalışma Sistemi”ne ilişkin DİSK’in neler yaptığını burda tek tek anlatmanın size mesleki açıdan da bir faydasının olmayacağı kanısındayız. Ama bunu çok merak ediyorsanız, bir stajyer gazetecinin bile yapabileceği şeyi yapmanızı, yani, en azından valilikleri veya emniyet müdürlüklerini arayarak şehirlerde yapılan kaç eylemin ne için yapıldığı istatistiğini çıkarmanızı veya hiç olmazsa birkaç yılın gazete arşivlerine göz atmanızı önerebiliriz.

Böylelikle belki, gazeteciliğin önemli yanlarından birinin “objektiflik” kriteri olduğunu da anımsayabilirsiniz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Migros Satılıyor Migros Kime Satılıyor

Simon Ne Demek Simonlar

İKTİDAR İÇİN DEĞİŞİM