15–16 Haziran: Aşılamamış Bir Tarih

15–16 Haziran: Aşılamamış bir tarih   
15-16 Haziran, Türkiye İşçi Sınıfının mücadele tarihinde, bu güne kadar aşılamamış bir tarih olarak belleğimizde. Onurlu bir sayfa. O günlerde yaşananları doğru okumak bu güne ışık tutacak geleceğimizi aydınlatacaktır.
1970 yılında çalışma yaşamını ve sendikal örgütlülüğü düzenleyen 274 ve 275 sayılı yasalarda değişiklik gündeme geldi. Amaç; dönemin Çalışma Bakanının Erzurum’da yapılan Türk-İş toplantısında söylediği gibi ''DİSK'in canına okumak''. DİSK'i ve temel işçi haklarını yok etmekti. Çünkü TİP ve DİSK'in mücadele çizgisi, başarısı ve etkilediği alan sermayeyi korkutuyor, sistemi sarsıyordu. Hükümet bu gidişata dur demek için yasal düzenlemeler hazırladı.

TBMM'sinde yasa görüşmeleri başlamadan sekiz ay önce sendikalar işyeri temsilcileri ile toplantılar yaparak Hükümetin yapmak istediklerini işçilere anlatmaya başladılar. İşçiler hak ihlallerinin her aşamasından haberdar edildiler. Başlarına ne geleceğinin doğru bilgisine ulaşmışlardı.

Bu anlamda 15–16 Haziran, durumunun farkına varan işçilerin durdurulamayacağının tarihidir. Bilinçli, örgütlü işçilerin sermayeye geri adım attırdığı bir tarihtir. 15–16 Haziran tarihlerinde 168 fabrikadan 150 bin işçinin katıldığı direniş İstanbul, İzmit başta olmak üzere bütün Marmara Bölgesinde hayatı durdurdu. DİSK’in dışında Türk-İş işçileri ve halkta direnişe destek verdi. Hükümet direnişe şiddetle müdahale etti. Sıkıyönetim ilan edildi. Saldırılarda 3 işçi yaşamını yitirdi. 200 den fazla kişi yaralandı. Yüzlerce sendikacı 12 Mart mahkemelerinde yargılandı. Olayların ardından beş bin işçi işten atıldı.

Sonuçta; büyük bir direnişle karşılaşan sermaye geri adım atmak zorunda kaldı. Onuruna emeğine sahip çıkan işçiler kazandı. İki yıl sonra Anayasa Mahkemesi işçii sınıfının istemediği değişikliklerin hepsini iptal etti.

O gün sermayenin çıkarlarını koruma doğrultusunda yeterince düzenlenemeyen çalışma yaşamı, 24 Ocak 1980 ekonomik kararların gerektirdiği sert 12 Eylül düzeni ile çalışanların aleyhine biçimlendirildi.

O günden bugüne çalışma yaşamı her boyutuyla sermaye lehine yeniden düzenlendi. Esnek güvencesiz çalışma, taşeron çalıştırma. İşçi sağlığı ve iş güvenliğini serbestleştirme, kuralsızlaştırma doğrultusunda düzenlemeler yapıldı. Bunlar kiralık işçi büroları, ödünç işçi ve alt işveren uygulamalarının zemini oldu. Emekliliği güvencesizleştirdi. Kamu emeklilik sistemine son verildi. Mevcut emeklilerin maaşları donduruldu, aylık hesaplamaları esnekleştirildi, sağlık hakları yok sayıldı. Bireysel Emeklilik Sistemi diye çalışanlar üzerinden sermaye biriktirmekten başka anlamı olmayan güvencesiz bir sisteme geçildi. Kamu, özel çalışma yaşamı güvencesiz hale geldi. İşsizlik yasası ile işsizlik fonundan sermayeye destek sunuldu. Çalışanların üzerinden sağlık sektörüne sermaye aktaran, hastaneleri işletme, doktorları insan vücudundan para kazanan tüccar, eczacıları muhasebe elamanı olarak gören Genel Sağlık Sigortası (GSS) uygulaması başladı.

Bu süreçte gelen gideni aratmadı. Hükümetler değişti ama uygulamalar değişmedi.İktidar tüm gücünü orantısız bir şekilde sermayeden yana kullandı.Tüm kamu alanlarını sermayenin kullanımına verdi. AKP, Devlet oldu. Bütün bu yaşananlar gösteriyor ki; onurlu bir çalışma yaşamı, sosyal güvenlik, sağlık hakkı; çalışanların politik-toplumsal örgütlü bir güç olarak var oldukları sürece kullanabildikleri haklardır. Mücadelelerle kazanılmış ve korunmuştur. Kapitalist sistem sosyal güvenlik hakkını tanıyarak kendini yeniden üretebilmiştir. Yani sermaye hiç bir dönemde topluma yararlı olsun diye veya evrensel bir hak olduğunu düşündüğü için emeklilik, sağlık hakkı ve güvenli çalışma koşullarını kabul etmemiştir.

Bu ülkede var olan tüm değer ve hizmetlerde birikmiş sermayede emeği olan dünün çalışanı bugünün emeklileri; hukukunun çiğnenmesine, yok sayılmasına, yaşama hakkının tehdit edilmesine sessiz kalamaz. Biliyor ki sorunların nedeni kader değil, kapitalist matematik hesabıdır. Ve “iyi niyetli siyasi parti” başkanlarının seçim yatırımı sözleri ile yine “iyi niyetli sendika başkanlarının” ilgililerle görüşmeleri sonucunda çözülmüyor. Sorun sınıfsaldır, çözümü mücadeledir. “Bu günkü ekmeğin için yarınki hak ve özgürlüklerinden vazgeçersen; bugünkü ekmeğini de yarınki hak ve özgürlüklerini de kaybedersin” diyor çalışanların mücadele tarihi.

Sermayenin denetleyemediği, yönetimlerinde üyelerinin söz sahibi olduğu, karar süreçlerinin demokratik yürütüldüğü, doğrudan demokrasinin işlediği sendikal yapılarla mücadele edilebilir. Saldırıları püskürten eylemler yapacak güç toplanabilir. Günü kurtaran, sürekli kendini tekrarlayan zahmetsiz çözüm arayışları ile sonuç alınamadığı, bunun emek ve zaman kaybı olduğu görülmüştür. Bu anlamda 15–16 Haziran ve süreci bizim için örnektir. Küresel kapitalizmin kar hırsından, “varlığını kapitalizmin varlığına adamış” siyasilerden, yöneticilerden bıkmış, usanmış ama yılmamışlarla birlikte verilecek onurlu bir yaşam mücadelesi başka bir Türkiye'nin ve Dünya'nın yolunu açacaktır.

Bugün Türkiye’de: İnsan hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılanların, emeği, kimliği yok sayılanların, bu zihniyeti yaratan ve besleyenlerle hesaplaşmaya girdikleri tarihi bir dönem yaşanıyor. Bugüne kadar tarihin akışını işçi sınıfının mücadelesi değiştirmiştir."Gerçek ayakkabısını giyene kadar yalan dünyada bir tur atarmış."Türkiye'de abdestli kapitalistler yalana iki tur attırıyorlar; ama nafile. Gerçekleri diriltmenin tarihini yazanlardan Şeyh Bedreddin’in bu topraklarda yaşadığını bilmiyorlar. Mahinur Şahbaz/sendika.org

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Migros Satılıyor Migros Kime Satılıyor

Simon Ne Demek Simonlar

İKTİDAR İÇİN DEĞİŞİM