Eğitim-Sen'in Başkanı Ünsal Yıldız Yağma Yok Eğitim-Sen Var

'Yağma yok, Eğitim-Sen var'
AKP iktidarından bu güne Türkiye'de eğitim sisteminin ve eğitim emekçilerinin sorunları günden güne artarken, eğitimde sendikal mücadelenin 'güç kaybettiği' bir dönemin ardından, Eğitim-Sen de kongresini yapıp yeni dönem mücadele hattını ve eylem çizgisini yeniden belirledi. Biz de, Eğitim-Sen'in yeni Başkanı Ünsal Yıldız ile, eğitimde sendikal mücadeleyi, Eğitim-Sen'in yeni döneme nasıl hazırlandığını, YGS skandalı ve eğitim sisteminin bugünkü durumu ile ataması yapılmayan eğitim emekçileri ve AKP'nin kadrolaşma politikalarını konuştuk.

Son yıllarda eğitim işkolundaki sendikal mücadelede hissedilebilir bir durgunluk yaşandı. Bu durum KESK’i de etkiledi. Ne dersiniz, kongre sonrası eğitim emekçileri bu durgunluğa “dur” diyebilecek mi?
Bu sorunu sadece Eğitim-Sen ile sınırlı tutmamak gerekir. Son 3-5 yıl içerisinde birkaç istisna dışında toplumsal muhalefet odaklarında bir durgunluk var. Kapitalist sistemin krizi ve bundan kaynaklı gelişen baskı ve otoriter uygulamalara rağmen yeterli ve etkili muhalefet geliştirilemiyor. TEKEL direnişi ve gençliğin yükselen eylemleri, bazı sendikaların grevleri hepimiz açısından yüz güldürücü olsa da yeterli değil. En azından yayılamıyor, devam ettirilemiyor. Tabi bunun en önemli nedeni de işçi sınıfı ve toplumun hala örgütsüz olmasıdır. Bu eksikliğin sadece bir genel kurulla giderilmesi zor. Bugün sisteme karşı mücadeleyi, daha eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaşamı hedefleyen, temel çelişki üzerinden örgütlenmiş esaslı bir mücadele programına ihtiyaç var. Bu konuda elbette sendikalara, sendikamıza da önemli görevler düşmektedir. Biz Eğitim-Sen olarak bu kapsamda bize düşen görevlerin bilincindeyiz ve genel kurulumuzda yürütülen tartışmalar, alınan kararlar önümüzdeki dönemde bize yol gösterecektir.

Genel kurulda tüzük değişiklikleri yapıldı ve karar organları daha demokratik bir hale büründü. Bu değişikliklerle Eğitim Sen’in karar organları nasıl bir işlevsellik kazanacak?
Genel kurulda seçimler dışında kendimize yönelik örgütsel politik eleştirilerimiz oldu. Genel kurulun geçtiğimiz dönemdeki örgütsel çalışmaların değerlendirmesi ve bir sonraki döneme dair örgütsel ve politik kararlar alması için çaba sarf ettik. İlk kez bu denli ciddi tüzük değişiklikleri yapıldı. Ancak seçim atmosferinin de etkisiyle genel kurulun çalışma alanının bir miktar da daraldığını söyleyebiliriz.

Biz tüzüğü bir örgütün anayasası olarak görüyoruz. Bundan dolayıdır ki küçük oy farkları ile değil, çok büyük bir mutabakatla değiştirilmesi, düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Üzerinde ciddi bir mutabakat olmayan ve yaygın tartışmaların olduğu maddelere dair bir tasarrufta bulunmadık. Daha çok sendikal sürecimizin, örgütsel hayatımızın her aşamasında yapılmasının artık çok zaruri olduğuna dair çok geniş bir kanaatin oluştuğu maddeler üzerinden değişiklikler yapmayı yeğledik.

Önümüzdeki dönemde -muhtemelen 1 yıl kadar sonra- yaptığımız değişiklikleri gözden geçirmek ve bu değişikliklerin örgütsel yaşantımızdaki yansımalarını görmek, yapılmasını çok önemli bulduğumuz ve yaygın bir mutabakatın oluşmadığı kimi maddeleri yeniden tartışmak ve değiştirmek üzere bir kurultay yapmayı planlıyoruz. Örgütlenme modeli, seçim sistemimiz dâhil kimi konuları yeniden masaya yatıracağız.

Bu genel kurulda çok önemli bulduğumuz karar alma mekanizmaları üzerine yoğunlaştık daha çok. Yaptığımız değişikliklerle iş yerlerinden başlayarak temsilcilik, şube ve genel merkezlere kadar yönetim kurullarını karar alma organı olmaktan çıkartarak yürütme kurulları haline getirdik. Aynı düzenleme ile örgütsel işleyişin her düzeyinde üyelerin katılım ve karar alma süreçlerine dâhil olmalarını hedefledik. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin emek alanına yansımaları ile mücadele edebilmek için temsiliyete kadın kotasını getirdik. Şimdi sıra yaptığımız değişikliklerin içselleştirilmesine ve işlevli hale getirilmesine geldi.

Sözleşmeli ve ücretli öğretmenler kötü koşullarda çalıştırılıyor. Özellikle tayinler konusunda bu öğretmenler büyük sorunlar yaşıyorlar. Bu konuda Eğitim-Sen neler yapacak?
Açıkçası sendikaların kurulduğu dönemlere kıyasla kamu ve kamu hizmeti anlayışı farklılaştı. Sendikalar olarak biz süreci, bu başkalaşımı anlamaya, yorumlamaya çalışıyor, gücümüz yettiğince de yanıt vermeye çalışıyoruz. Sendikamız yeni yaptığı tüzük değişikliği ile üye tanımını değiştirmiştir. Bu son derece önemli bir adımdır. Artık üye tanımımız ilgili yasa ile sınırlı değildir. Güvencesizleri, taşeronda çalıştırılanları, tüm eğitim emekçilerini kapsamaktadır. Bu durum bizim önümüzdeki dönem bununla ilgili vereceğimiz mücadelenin de işaretidir.

Elbette atama bekleyen bir yığın eğitim emekçisi ve 4b, 4c statüsünde çalışan, dershane ve özel okullarda uygun olmayan koşullarda çalışmaya yönlendirilen eğitim emekçileriyle güvenceli olarak çalışan eğitim emekçilerinin birlikte ortak olarak mücadele etmeleri gerektiğinin farkındayız. Bunu genel kurulumuz da ısrarla vurgulamıştır. Önümüzdeki 3 yıl içinde atacağımız her adım bu perspektife uygun olacaktır. Bu bahsettiğimiz sorunların tamamı Eğitim Sen’in sorunları olacaktır. Bu alanda oluşturulan kimi platform düzeyinde örgütlenmelerle daha yakın ilişki içerisinde olacağız. Bu arkadaşlarımızın sorun olarak gördükleri konular Eğitim -en’in öznesi olduğu konular olacaktır.

Kamuda örgütlenmiş sendikaların sorumlulukları üyeleriyle sınırlı değil. Topluma karşı da önemli sorumlulukları var. Örneğin YGS skandalları tüm toplumu ve öğretmenleri yakından ilgilendiriyor. Bu konuyla ilgili neler yapmayı planlıyorsunuz?
Siyasal iktidar ve egemenler sendikaları günlük yaşamın kendisinden kopuk, toplumdan ve siyasetten kopuk bir hale getirmeye çalışıyorlar. Biz kurulduğumuz dönemden bu güne kadar aslında bunun böyle olmaması için iş kolumuzdaki gelişmelere duyarlı ama aynı zamanda da içinde soluk alıp verdiğimiz ülkeye dair, dünyaya dair sorumlu davrandık. Mücadelemizi böylesi bir farkındalık üzerine kurduk. Bu yüzden Irak’a asker göndermenin karşısındaydık. Bu yüzden ülkemizde yaşanan antidemokratik uygulamalara karşı durduk. Bu yüzden Kürt sorununa karşı da duyarlıyız. Hiç şüphesiz önümüzdeki dönemde de emekçilerin mücadelesini ezilenlerin mücadelesiyle birleştirme çabamızdan asla ödün vermeyeceğiz. Bahsettiğimiz konular bu örgütün varoluşuyla ilgilidir.

YGS den tutunda KPSS’ ye kadar, üniversitelere kadar bu alanın tamamını toplumsal sorumluluktan öte kendi işkolumuzun sorunları olarak görüyoruz. Bu güne kadar bu konuda attığımız adımlar toplum tarafından yeterince algılanmadı. Bir sendikal tepki olarak görüldü. Kamusal eğitim, parasız eğitim, anadilde eğitim gibi konularda yaptığımız çalışmaların bu şekilde algılanması son derece problemliydi. YGS’ ye dair tepkinin toplumsallaşarak bizzat gençlerimizin kendilerinin sahip çıktığı sorun haline dönüşmesi kitleselleşerek toplumsal tepkiye dönüşmesini bu açıdan son derece umut verici buluyoruz.

Eğitim-Sen olarak buna dair yapabildiklerimizin yeterli olmadığının farkındayız. Yüz binlerce gencimizin gelecek umutlarını karartan, öncelikle bu sistemin kendisinin -ama sadece sistemi de sorgulayan değil- onun ötesinde pratik problemlerin üzerine cesaretle yürümeye çalışacağız. Sınavın iptaliyle ilgili yürüttüğümüz çaba ve aynı zamanda sorumlusu olarak gördüğümüz Ali Demir’in istifası yönündeki çabamızı artıracağız.

Anadilde eğitim geçmiş dönemde çok başınızı ağrıtmış, kapatma davasına gerekçe oluşturmuştu. Bu dönem tekrar tüzüğe konuldu. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Aslında anadil meselesi son dönemde tartışması yaygınlaşan, ancak bu denli tartışılmadan onlarca yıl önce tüzüğümüzde yer verdiğimiz bir konu. Bizim savunuyor olmamızın en genel nedeni evrensel, temel bir insan hakkı, çocuk hakkı olmasından dolayıdır. Pedagoji biliminin öğesi olmasından dolayı savunduk ve savunmaya devam edeceğiz. Tabi ki böylesine evrensel bulduğumuz bir değerin ülkemizde farklı dil ve kültürlerinin kendilerinin talepleştirmeleri, gündemleştirmeleri de bizim için anlamlıdır. Bizler bilimi savunurken maalesef siyasal bir tutumla karşı karşıya kaldık. Üstelikte aynı dönem sözde kimi “açılımlar” yapılmasına rağmen.

Geldiğimiz noktada tüzüğümüzde ana dilde eğitim ibaresine yer verilmemesinin bizim açımızdan hem siyasi hem de ahlaki bir sorun oluşturması nedeniyle yeniden tüzüğümüze ekledik. Ancak bu sorunun bu kadar dar kapsamda ele alınmamasını ve ülkedeki akademik kurumlar tarafından da bilimsel çalışmalar yapılmasını bekliyoruz. Kimi zihinlerde oluşan statükoları, engelleri kırmamız gerekiyor. Bu tartışmayı biraz daha anlaşılır kılmayı sağlamamız gerektiğini düşünüyoruz. Ayrıca bu maddenin yeniden tüzüğümüzde yer almasının bütün delegasyon tarafından oy birliği ile kabul edilmesi de son derece anlamlı olmuştur.

‘Köy öğretmeni imama yenildi’ deniyor, buna katılıyor musunuz? Öğretmen rövanşı nasıl alacak? Eğitim Sen bu konuda ne yapacak?
Aslında dile getirilen problem son derece ciddi son derece önemli. TÖS’ den TÖB-DER, Eğitim İş, Eğit Sen ve Eğitim-Sen’e kadar öncülüğümüzü yapan örgütlerin tamamının eşit, demokratik, bilimsel ve laik eğitimden yana olduklarını görüyoruz. Aydınlanmanın odağı olan Köy Enstitülerinin kapatılması da bu çatışmanın tarihsel örneklerindendir. Ne kadar laik, ne kadar demokratik olduğu tartışılır ama AKP iktidarı eliyle eğitim sistemimizin içinde gedikler açılmaya çalışıldığının, geriye götürülmeye çalışıldığının farkındayız. Eğitim alanında atılan pek çok adımda aslında bu hedefle hareket edildiği açıktır.

Meselenin yalnızca imam öğretmen çelişkisinden ibaret olmadığının da farkındayız. Bu çok önemli bir toplumsal sorundur. Toplumun inançlarına dair herhangi bir tutum almak sendikaların işi, işlevi değildir ama bizler eğitim alanının ruhani alanın dışında olması gerektiğine inanıyoruz. Bu konudaki algıların değişmesi amacıyla laik-demokratik eğitim konusundaki hassasiyetlerimizi daha ileriye taşımaya çalışacağız. Gerici eğitim müfredatlarına karşı mücadele ederken toplumun tamamının canını yakan paralı eğitime karşı da mücadele edeceğiz. Güvencesizlik, işsizlik, yoksulluk, kamusal alanların tahrip edilmesine karşı ortak bir mücadele programı oluşturmaya çalışacağız.

AKP iktidarının laik bilimsel eğitim üzerinde açmaya çalıştığı her gediğin önünde bir barikat olarak durmayı hedefliyoruz.

Ataması yapılmayan öğretmenler ve eğitim alanındaki kadrolaşma ile ilgili neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Bu dönemde neredeyse müstahdem atamalarına kadar ilerleyen, dehşet boyutlarda bir siyasal kadrolaşma süreci yaşıyoruz. Kadrolaşma ile güvencesizlik yakın ilişkili. Atanamayanlar atanamamalarına yol açan bu sistemle mücadele etmek yerine siyasal iktidarla yakınlaşmaya çalışıyorlar.

Aslında sorunun büyük ölçüde bizim bu programı anlatamamamızla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Tam bu dönemde 1 Haziran’da yeni atamalar yapılacak ve seçim dönemi olduğundan bu oranın geçen yıla oranla bir miktar arttığını görüyoruz. 12 Haziran’dan sonra eğer bu siyasal iktidar varlığını devam ettirecek olursa -ki dileriz böyle olmaz- karşımıza daha baskıcı ve otoriter uygulamalarla geleceği gibi daha çok işsiz daha fazla güvencesiz çalışanla karşılaşacağız. Tabi bunu şimdiden görenler olarak da buna karşı hazırlıklarımızı yapmak ve buna uygun bir mücadeleye örgütümüzü hazırlamak durumundayız. Önümüzdeki dönem daha cüretkâr bir biçimde “Yağma yok, Eğitim-Sen var!” deme dönemidir. ÇAĞIN ANIL EROL/BİRGÜN

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Simon Ne Demek Simonlar

4857 Sayılı İş Kanunu Kimleri Kapsar

6772 Sayılı İlave Tediye Kanunu