Sendikaların Tarihsel Gelişimi
Sendikaların Tarihsel Gelişimi , Sendikalar ne zaman ve nasıl doğdu, sendikaların tarihsel gelişimi, sendikaların tarihsel gelişimi, sendikaların tarihçesi, Sendikaların Doğuşu Ve Gelişim, sendikalar tarihi, sendikacılığın doğuşu, sendikaların tarihi, sendikalar nsıl doğdu, sendikal tarih,
SENDİKALARIN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
Dünyada sendikaların doğuşu buharlı makinelerin kitlesel üretimde kullanılmasıyla başladı. 18. Yüzyılın ortalardan itibaren buharlı makinelerin yaygın olarak kullanıldığı İngiltere'de, Fransa'da ve Almanya'da işçiler son derece kötü çalışma koşullarını iyileştirmek üzere dayanışma denekleri, yardımlaşma sandıkları kurmaya başladılar. Çünkü o günlerde işçileri yaşama ve çalışma koşulları çok ağırdı; günlük çalışma süresi 18 saate kadar çıkabiliyor, işten çıkarmalara karşı hiçbir güvence bulunmuyor, kadın ve çocuklar zor koşullarda çalıştırılıyor, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı hiçbir önlem alınmıyor, ücretler ancak günlük yaşamı sürdürülecek düzeyde ödeniyor, kimi zaman da ücret ödemelerinden kaçınıyordu. Bunun yanında on binlerce işçi birçok fabrika çevresinde ilkel barakalarda iç içe ve sağlıksız koşullarda yaşamlarını tüketiyorlardı. Bu koşullarda işçilerin ortalama yaşama süresi, 40'lı yaşları bulmuyordu.
Bu sömürü ortamına ve ilkel yaşama karşı çalışma ve yaşam koşullarını daha iyileştirmek ve haksızlıklara karşı ortak hareket ederek direnmek üzere işçiler 1800'lü yılların ortalarından itibaren kendiliğinden örgütlenmeye başladılar. Bunun için önce yardımlaşma sandıkları ve dayanışma örgütleri oluşturdular. Bu örgütlenmelere daha sonra sendikal örgütlenmeler döndü. Artık milyonlarca işçi sınıf duyumunu, sınıf bilincine dönüştürmeye başlamıştır.
Dünyada sendikaların doğuşu buharlı makinelerin kitlesel üretimde kullanılmasıyla başladı. 18. Yüzyılın ortalardan itibaren buharlı makinelerin yaygın olarak kullanıldığı İngiltere'de, Fransa'da ve Almanya'da işçiler son derece kötü çalışma koşullarını iyileştirmek üzere dayanışma denekleri, yardımlaşma sandıkları kurmaya başladılar. Çünkü o günlerde işçileri yaşama ve çalışma koşulları çok ağırdı; günlük çalışma süresi 18 saate kadar çıkabiliyor, işten çıkarmalara karşı hiçbir güvence bulunmuyor, kadın ve çocuklar zor koşullarda çalıştırılıyor, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı hiçbir önlem alınmıyor, ücretler ancak günlük yaşamı sürdürülecek düzeyde ödeniyor, kimi zaman da ücret ödemelerinden kaçınıyordu. Bunun yanında on binlerce işçi birçok fabrika çevresinde ilkel barakalarda iç içe ve sağlıksız koşullarda yaşamlarını tüketiyorlardı. Bu koşullarda işçilerin ortalama yaşama süresi, 40'lı yaşları bulmuyordu.
Bu sömürü ortamına ve ilkel yaşama karşı çalışma ve yaşam koşullarını daha iyileştirmek ve haksızlıklara karşı ortak hareket ederek direnmek üzere işçiler 1800'lü yılların ortalarından itibaren kendiliğinden örgütlenmeye başladılar. Bunun için önce yardımlaşma sandıkları ve dayanışma örgütleri oluşturdular. Bu örgütlenmelere daha sonra sendikal örgütlenmeler döndü. Artık milyonlarca işçi sınıf duyumunu, sınıf bilincine dönüştürmeye başlamıştır.
O dönemlerde ağır çalışma ve yaşama koşullarına karşı çözüm yolu ararken işverenleri zorlamanın gerekli olduğunu kavrarken; üretimin en önemli unsurunun kendilerinin yeni işçilerin olduğunu gördüler. İşte bu aşamada işçiler, grev denen eylem biçimini buldular. Ücretlerin artırmak, insanca yaşama koşullarına kavuşmak için, topluca işi durdurarak işverenleri, istemlerini kabul ettirmeye zorladılar.
Bu dönemde artan grevler, direnişler ve hatta çatışmalar nedeniyle işçilerin örgütlenmesine karşı önlemler geliştirilmeye başlandı. 1791'de Fransa'da 1799'da İngiltere'de işçilerin örgüt kurmalarının engelleyen yasalar oluşturuldu. İşçiler ancak uzun mücadeleler sonucu bu yasakların kaldırılmasını sağlaya bildiler. 1824 yılında İngiltere'de, 1884 yılında da Fransa'da sendika örgütlenme yasal olarak tanındı. Ancak sendikal örgütlenme hakkına sahip olmak, sorunların giderildiği anlamını taşımıyordu. Yine insanlar uzun çalışma sürelerinde çalıştırılıyor, düşük ücret alıyor, iş kazalarında kırılıyor, hiçbir güvenceye sahip olmadan ölesiye çalışıyordu.
19. Yüzyılda tüm bu kötü çalışma ve yaşama koşullarına karşı büyük işçi direnişleri yaşandı. İşçiler bu eylemleri sendikalarıyla örgütlerken aynı zamanda sendikalarını daha da geliştirdiler. Bu eylemlerden binlercesi öldürüldü, kırıldı ve yaralandı.
20. Yüzyılın başında itibaren kapitalizmin geliştiği Amerika Birleşik Devletlerinden ve Avrupa ülkelerinde sendikalar daha büyük güç oldular; kıtaları sarsan etkin eylemlerle birçok kazanımı yaşama geçirdiler.
1914 yılında başlayan ve 1918 yılında sona eren Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa sendikalarının istemleri sonucu 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kuruldu. Yine sendikaların çabaları sonucu "İşçi Hakları Bildirgesi" benimsendi. Bu Bildirgenin temel ilkeleri şunlardır:
Emeğin bir meta gibi değerlendirilmesi,
Sendikal örgütlenme hakkının sağlanması,
Yeterli bir yaşam düzeyini koruyabilmek için elverişli ücret ödenmesi,
Günlük 8, haftalık 48 saat çalışma süresi,
Haftada en az 24 saat dinlenme süresi,
Ülkede tüm işçilere eşit davranılması,
İşçilerin korumayı amaçlayan yasa hükümlerinin uygulamasını sağlayacak denetim sisteminin kurulması.
Böylece çalışma yaşamını ilgilendiren konularda evrensel nitelikli sözleşmelerin oluşturulması süreci başladı. Dünyada sendikal hareketinin genişlemeye başladığı bu dönemi izleyen 1929 yılında büyük bir ekonomik bunalım yaşandı.
Bu arada Almanya ve İtalya'da faşizm tırmanmaya başladı. Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini iktidara geldiler. Sendikalar kapatıldı ve birçok işçi önderi toplama kamplarına sürdürüldü yada idam edildi. 1939 yılında dünyayı kana bulayacak ve 1945 yılına kadar sürecek olan 2. Dünya Savaşı başladı. Savaş, 1945'te Almanya'nın yenilmesiyle sona erdi. İnsanlığın önünde yeni bir ufuk belirdi.
Savaşın sonlarına doğru Filadelfiya'da toplanan Uluslar Arası Çalışma Örgütü (ILO), tarihsel bildirgelerinden biri olarak tanınan ve ILO'nun amaç ve hedeflerinin belirtildiği "Filadelfiya Bildirgesi"ni 1944 yılında yayınladı. Bu bildirgede şu temel noktalar vurgulandı:
Emek bir mal değildir.
Dernek kurma ve ifade özgürlüğü desteklenen bir ilerlemenin vazgeçilmez şartıdır;
Yoksulluk, bulunduğu yerlerde, herkesin refahına yönelik bir tehlike oluşturur;
İhtiyaca karşı mücadele, her ulusun kendi ülkesi içerisinde tükenmez bir güçle ve kamu yararının sağlanması amacıyla işçi ve işveren temsilcilerinin Hükümet temsilcileri ile eşit şartları içinde katılımlarıyla yapacakları serbest tartışmalara ve alacakları demokratik kararlara hakim olarak sürekli ve ortak bir uluslar arası gayretle yürütülecektir.
Irk, inanç ve cinsiyetleri ne olursa olsun bütün insanlara, maddi ilerlemelerini ve manevi gelişmelerini, hür ve haysiyetli bir şekilde, ekonomik güvence altında ve eşit şartlarda sürdürmek hakkına sahiptirler.
Yayınlanan bildirgede şu konuların Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) için önemli bir yükümlülük oluşturduğu belirtildi:
Tam istihdamın sağlanması ve hayat seviyesinin yükseltilmesi,
İşçileri, becerilerini ve bilgilerini bütünüyle gösterebilmekten zevk duyacakları işlerde çalıştırmak ve bu sayede ortak refaha en iyi biçimde katkıda bulunmak;
Bu amaca ulaşmak için, bütün ilgililer hakkında uygun güvencelerle işçileri mesleklerinde yetiştirmek üzere olanaklar sağlamak ve onların bir yerden diğer bir yere nakillerini ve bu arada gerek kendilerinin gerek diğer halkın göçerliliğini kolaylaştırabilecek önlemlere başvurmak,
Ücretler ve kazançlar, çalışma süreleri ve diğer çalışma koşulları konularda kaydedilen ilerlemelerin sonuçlarından herkese eşit şekilde yararlanma imkanı tanınması, iş sahibi olan ve korunmaya muhtaç olan kimselere asgari yaşam koşulları sağlayacak bir ücret verilmesi,
Toplu görüşme yapmak hakkının tam olarak tanınması, üretim düzenlemelerinin sürekli iyileştirilmesi ile sosyal ve ekonomik politikanın hazırlanması ve uygulanmasında ortaklaşa hareket etmek için işçi ve işverenlerin işbirliği yapması,
Güvenceye ve eksiksiz tıbbi tedaviye ihtiyaç duyan herkes için temel bir gelir sağlamak amacına yönelik sosyal güvenlik önlemlerinin yaygınlaştırılması,
Bütün işlerdeki işçilerin hayat ve sağlıklarının uygun bir biçimde korunması,
Çocukların ve annelerin korunması,
Gıda, barınma, kültür ve dinlenme olanakları bakımından uygun bir düzeye ulaşılması,
Eğitim ve meslek alanlarında eşit şanslar sağlanması.
Bu dönem sendikalar, bir yandan toplumsal rollerini genişletirken, çalışma koşullarının, örgütlenme hakkının evrensel ilkeleri daha da belirginleşti. ILO bu konuda önemli bir işlev gördü.
ILO Konferanslarında kabul edilen gerçekleştirilen yasal düzenlemeler, birçok ülkede istemlerin yaşama geçirilmesini, çalışanların soluklanmasını sağladı.
Birleşmiş Milletler Örgütü 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini yayınladı. Bildirge tüm dünya insanlarının temel haklarını vurguluyordu:
Bütün insanlar özgür, onurlu ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler; birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanılabilir.
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetmeksizin yasanın korumasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.
Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişimi için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklinmiş bir yaşma sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olmak hakkı vardır.
Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izine çıkmaya hakkı vardır. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, İşsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilmesini izleyen kısa bir süre sonra 1950 yılında yine Avrupa sendikalarının ve demokratik kuruluşlarının çabalarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kabul edildi. Bu arada dünya sendikaları uluslar arası birlikler oluşturdular. 1949 yılında Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) kuruldu.
Savaş yıllarının ardından evrensel hakların yaygınlaştırılmasına ve kurumlaştırılmasına yönelen dünya sendikaları;
Sendikalar hakların geliştirilmesi; sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması ;
Savaş, çatışma ve terörün dışlanması;
Sömürgeciliğin kaldırılması ve ulusal bağımsızlıkların kazanılması;
İnsan hakları ihlallerinin engellenmesi;
Irkçılığın ve her türden ayrımcılığın sonlandırılması ve tüm dünyada demokrasinin geliştirilmesi, kurumlaştırılması doğrultusunda güçlü eylemler gerçekleştirdi.
Sendikaların gerçekleştirdiği tüm bu etkinlikler ve eylemler dünyada barışın, demokrasinin ve insan haklarının güvencesi oldu ve oluyor.
1 Mayıs nasıl doğdu ve neden tüm dünyada kutlanıyor?
Avrupa ve Amerika'da 19. Yüzyıl boyunca çok kötü çalışma koşulları içinde çalışan işçiler, yaşadıkları koşulları değiştirmek üzere birçok grev ve direniş gerçekleştirdiler.
Amerika ekonomisinin 1860'lı yıllarından itibaren büyük sorunlar içine girmesiyle işverenler 1874 yılında dürt eyalette birden ücretlerin düşürülmesine karar verdiler.
İşçiler bu karara karşı direndi. 13 Ocak 1874 günü düzenledikleri kitlesel bir toplantı, polis tarafından bastırıldı. Pek çok işçi yaralandı ve tutuklandı.
Kısa bir süre sonra Pensilvanya'da kömür işçileri de harekete geçti. Direniş kınlı biçimde kırıldı, 10 işçi lideri asıldı, 14'ü zindanlara atıldı.
Bu arada Amerikan işçi sınıfının kanı pahasına sürdürdüğü direniş sürerken işverenlerin baskısı da yoğunlaşıyordu.
1877 yılında bütün baskılara rağmen 8 saatlik işgünü isteyen ve ücretlerinin düşürülmesini protesto eden işçiler eylemlerini doruğa ulaştırdı. Bu eylemlerde demiryolu işçileri 12 ölü verdi. 1877 direnişi de kanlı biçimde sona erdi. Ama işçi sınıfı örgütlenmesini sürdürdü.
1 Mayıs 1886 günü Amerikan işçileri genel greve çıktı 80 bin işçi sekiz saatlik işgünü için direnişe geçti. 3 Mayıs'ta Şikago'da direnişçi işçilerin üzerine ateş açıldı. Yüzlerce işçi çoluk çocuk demeden vuruldu, birçoğu hapse atıldı.
Olayı protesto eden işçiler, ertesi gün yeniden alanlardaydı. Kalabalık dağılırken bir kışkırtıcının attığı bomba ortalığı karıştırdı. Bunun üzerine polisler gösterilere katılanlara karşı silah kullandı. Olaylar sonunda dört işçi önderi idam edildi.
1888 Aralığında toplanan Amerikan İşçi Federasyonu 8 saatlik işgünü elde edilinceye kadar, her yıl 1 Mayıs'ta kitle gösterileri düzenleme kararı aldı. Aynı aylarda birbirinden habersiz olarak Fransız ve Belçika İşçi Sendikaları Konfederasyonları sekiz saatlik işgünü için mücadele kararı alıyordu.
14-21 Temmuz 1889'da Paris Kongresi ile kuruluşu gerçekleştirilen 2. Enternasyonal, 1 Mayıs işçi sınıfının uluslar arası birlik ve dayanışma günü ilan etti.
1890 yılında sonra 1 Mayıs'lar bütün ülkelerde uluslararası işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Birçok ülkede 1 Mayıs tatil günü olarak kabul edildi. 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) kuruluş kongresinde 8 saatlik işgünü karara bağlandı. Bugün dünyanın hemen her ülkesinde 1 Mayıs'lar artan bir coşku ve heyecan ile kutlanıyor. Ve yine bugün tüm dünyada aralarında Türkiye'nin de bulunduğu birkaç ülke dışında, 1 Mayıs yasal olarak "İşçi Bayramı"dır ve genel tatildir..
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedir?
8 Mart 1857 tarihinde Amerika'nın New York kentinde 40.000 dokuma işçisi insanca çalışma koşulları istemiyle greve başladı. Ancak Amerika polisi grevcilere saldırdı. Saldırı sırasında çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi can verdi.
1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin; 8 Mart 1857 tarihinde yangında ölen kadın işçiler anısına 8 Martların Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisini getirdi ve öneri oybirliği ile kabul edildi. Sendikalar yıllarca bu önemli günde kadına yönelik ayrımcılığı daha güçlü olarak dile getirdi.
1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı'nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ı tüm kadınlar için Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
İşte 8 Mart böyle bir süreçle tüm dünya kadınlarının, kutladığı uluslararası bir güne dönüştü.
1857 yılında New York'lu dokuma işçisi kadınların daha az çalışma süresi isteyerek eşitsizliklere ve ayrımcılığa karşı sürdürdüğü insanca yaşam kavgası, artık tüm kıtalardaki kadınların ellerinde dalgalanan bir bayrak oldu.
B- TÜRKİYE SENDİKAL HAREKETİ
Türkiye'de sendikal hareket nasıl doğdu?
Ülkemizde sendikaların doğuşu 1923 yılında kurulan cumhuriyet öncesinde başlar. Osmanlı imparatorluğunun başkenti olan İstanbul'da yoğunlaşan ve çoğu ordunun gereksinimlerini karşılamaya donuk fabrikalarda görülen ilk işçi örgütlenmeleri Avrupa'da gelişen işçi hareketinden çok sonra ortaya çıktı.
İlk kez 1970'li yıllarda çeşitli işçi dernekleri kuruldu. Ancak bunlar, işçi yardımlaşma sandıkları biçimindeydi. Bu tür derneklerin ilk bilinenlerden olan Ameleperver Cemiyeti (İşçi Dostları Derneği) bir yardım sandığı biçimindeydi. Bu örgütlenmelerin yaşandığı dönemde tarihimizde bilinen önemli grevlerden biri gerçekleşti. 1872 yılında o günlerde adı Kasımpaşa Tersanesi olan Taşkızak Tersanesi'nde üç aydır ücretlerini alamayan işçiler greve çıktılar ve kararlılıklarıyla istemlerini kabul ettirdiler.
Bu önemli grev deneyiminden sonra Osmanlı İmparatorluğunda zaman zaman grevler görüldü. O zamanlar greve "tatili eşgal" yani "işlerin durdurulması" deniyordu.
19. Yüzyılın sonlarına doğru demiryolları işçileri, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası işçileri, iskele hamalları, liman işçileri, Şirketi Hayriye (Denizyolları) işçileri, tütün işçileri, İstanbul mürettipleri grevler yaptı. 1879'da 500 kadar yapı işçisi greve çıktı. İstemleri, ücretlerinin artırılması ve iş saatlerinin kısaltılmasıydı. Bu grevin özelliği, ilk kez iş saatlerinin kısaltılmasıydı. Bu grevin özelliği, ilk kez iş saatlinin kısaltılması istemiyle bir grevin yapılmasıdır.
1890'larda Tophane Fabrikası işçileri ilk kez Osmanlı Amele Cemiyeti adlı bir dernek kurdular. Bu dernek bir yıl sonra kapatıldı.
1908 yılının Ağustos ve Eylül aylarında 30 grev yapıldı ama İttihat ve Terakki iktidarı tarafından kanla bastırıldı ve grevleri yasaklayan bir yasa çıkarıldı. Bu baskı yasasına rağmen işçilerin mücadelesi durmadı. Demiryolu, tütün, tramvay, deri, gazhane işçileri zaman zaman grevler gerçekleştirdi. Bu yıllarda işgünü 14 saati geçiyor; kadın ve çocuk işçiler amansızca sömürüyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşında Almanya ile birlikte yenilmesi üzerine ülke 1918'de işgal edildi. Artık İstanbul; İngiliz, Fransız, İtalyan askerlerinin çizmeleri altındaydı. Sevr anlaşmasıyla paylaşılmak istenen Anadolunun birçok bölgesi Fransızlar, İtalyanlar ve İngilizlerce işgal edilmişti.
15 Mayıs 1919'da İzmir'e Yunanistan ordularının girdiği ve daha doğruya doğru ilerleme hazırlıkları yaptığı günlerde Çanakkale'yi düşmana geçilmez kılan Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Samsuna çıktı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu insanları ülkelerinin savunulması için savaştı İşkal altındaki İstanbul'da işçiler askeri depolardan silahlar kaçırılarak Anadolu'ya götürülmesi için örgütlenirken grev silahını da işgalcilere karşı kullandılar.
1921-1922 yıllarında İstanbul'da 1 Mayıs İşçi Bayramı canlı bir biçimde kutlandı. 1919-1923 yılları arasında başlıca şu grev hareketleri yer alır: Tütün İşçileri grevi, Kasımpaşa tersanesi işçileri grevi, Tünel işçileri grevi, Tramvay işçileri grevi, Çatalca Demiryolu işçileri grevi, Zonguldak Maden işçileri grevi, Bomonti Bira Fabrikası işçileri grevi, İzmir incir toplama işçileri grevi, Aydın Demiryolu işçileri grevi, İstanbul matbaa işçileri grevi. Bu dönemde yapılan Şark Şimendiferleri işçilerinin grevi özel bir önem kazanır. Bu greve 1400 işçiden 1200'ü katıldı ve 10 gün sürdü. İşçilerin istemlerinin başlıcaları şunlardı: İşgalcilerle işbirliği yapanların işten uzaklaştırılması, günlük iş süresinin 8 saate indirilmesi, ücretlerin artırılması, ücretli hafta tatili, iş kazalarına uğrayanlara tedavileri boyunca gündelik ödenmesi.....
Topraklarımızı işgal eden Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya'nın ülkemizden sürülüp atılmasına izleyen günlerin ardından 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi. Böylece 624 yıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihe gömüldü ve Anadolu insanı y eni bir yönetime kavuştu. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte çağdışı kurumlaşmalara son verildi; tekke ve zaviyeler kapatıldı, hilafet kaldırıldı, latin harfleri benimsenirken laiklik ilkesi yaşana geçti.
Toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmeye başlandığı, ülkenin kalkınma atılımlarına hazırlandığı bu dönemde, 1924 yılında Amele Teali Cemiyeti (İşçi Yükselme Derneği) kuruldu. Amele Teali'nin çatısı altında birden çok sendika bulunuyordu. Amele Teali'nin üye sayısı 1925 yılı başlarında 30 bin işçiyi aşıyordu. Hükümet, 1925 başlarında Meclis'te iş yasası tasarısını gündemine aldı. Bu arada Amele Teali, 13 Şubat 1925 tarihinde 14 sendikadan 150 delege toplandı. Toplantıda Amele Teali'nin bir iş yasası tasarısı hazırlaması kararlaştırıldı. Bunun için bir komisyon oluşturuldu. İş yasası tasarısı, 21 Şubat 1925 tarihinde toplanan "Büyük İşçi Kongresi"nde görüşüldü. 1 Mayısın işçi bayramı olarak yasayla tanınması, işçi sınıfının ve Amele Teali'nin en önemli istemleri arasında yer alıyordu. İşçi sınıfının bu uluslar arası dayanışma gününü amacından saptırmak için, Hükümet 1 Mayıs'ı 1925'de "Bahar ve Çiçek Bayramı" diye ilan edildi.
1927 yılının 1 Mayıs'ında 2000'e yakın işçi işini terketti ve Amele Teali'nin binasında toplanarak 1 Mayıs'ı coşkuyla kutladı. 1927'nin sonlarında Amele Teali Cemiyeti "yasadışı bulunarak" kapatıldı. 150 etkin sendika üyesi ve cemiyetin yönetim kurulu tutuklandı, cemiyet binasına el kondu.
Amele Teali Cemiyeti'nin dağıtılması ardından yıllarca işçilerin örgütlenmesine olanak tanınmadı.
1936 yılında Türkiye'de ilk İş Yasası çıkartıldı. 3008 sayılı İş Yasası örgütlenmeyi ve toplu sözleşme hakkını içermiyor ve grevi yasaklıyordu. İlk kez işçi mümessilliği (temsilciliği) uygulamasını kapsayan yasa, çalışanlara güvenceler getirmiyordu.
1939-1945 yıları arasında dünyayı ateşe ve kana bulayan ikinci Dünya Savaşı yaşandı. Savaş demokrasi cephesinin zaferiyle sonlandı.
Bu yıllarda özellikle Avrupa sendikaları ve demokratik siyasal güçleri demokrasinin, sendikal hak ve özgülükleri geliştirilmesi zorunluluğunu vurguladılar. 2. Dünya Savaşının sonunda yeryüzünde görülen bu önemli değişim, Türki'ye de de etkisini duyurdu 1946'da işçi sigortaları Kurumu ve Çalışma Bakanlığı kurudu ve Cemiyetler Kanunu yeniden değiştirildi. Bu yasadaki, sınıf esasına dayanan dernek kuruma yasağı kaldırıldı. İşçiler artık kendi çıkarlarını savunmak için dernek kurabileceklerdi. 1974 yılında ilk kez sendikalar kanununu çıkarıldı. Bundan sonra işçiler hızla sendikalaşmaya başladılar. Ancak sendikalar kanunu, grevi ve toplu sözleşmeyi yasaklıyordu. Aynı dönemde sendikalaşan işçilere baskılarda arttı. Bu ortamdan da işçiler genel olarak işyeri düzeyinde örgütlenmeye ve bu örgütlenmelerinin giderek bölgesel düzeyde genişletmeye başladılar.
O günlerde özellikle tekel ve çay işçileri ile çoğunluğu büyük kentlerde bulunan gıda fabrikaları işçileri yerel ve bölgesel sendikalar kurdular. Bölgesel düzeydeki bu örgütlenmeler kısa süre sonra ulusal düzeyde örgütlenmenin gerçekleştirilmesinin zorunlu kıldı ve Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) 1952 yılında kuruldu. 1960 yılında askeri darbe ile Demokrat Parti İktidarının düşürülmesinden 1 yıl sonra 1961 yılında Anayasa halkoyuna sunuldu ve yürürlüğe girdi. 1963 yılında 274 Sayılı Sendikalar Yasasıyla, 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası çıkarıldı. İşçiler sınırlı da olsa bu yasalarda yer alan örgütlenme ve eylem olanaklarını da kullanarak sendikal hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltti.
12 Eylül'ün sendikal harekete etkisi ne oldu?
Genel olarak ülkemiz özel olarak da sendikal hareket için bir dönüm noktası olan 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen günlerde sendikal haklar büyük ölçüde kısıtlandı. Darbe ile tüm toplu sözleşmeler "askıya" alınırken Türk-İş dışındaki konfederasyonlar ve üye sendikaları kapatıldı. Örgütlenme hakkına doğrudan yasak ve kısıtlamalar yanında toplu sözleşme hakkına kısıtlamalar getirildi. 1961 anayasasının getirdiği özgürlükler ortamından çıkartılan 274 ve 275 sayılı yasalardaki kazanımların önemli bölümlü bu ortamda yok edildi. Çıkartılan 2822 Sayılı Toplu iş sözleşmesi Grev Lokavt Yasası yanında 1475 sayılı iş Yasasında ve bu yasalara bağlı olarak çıkartıla tüzüklerde önemli değişiklikler yapıldı. Bu gün birçoğunun varlığını sürdürdüğü bu kısıtlamalar özetle şunlardır:
Toplu sözleşmelerde gün sayısı arttırılabilen kıdem tazminatına memur katsayısına bağlı olarak sınır getirildi.
Toplu iş sözleşmesinin uygulanması durumunda gerçekleştirilebilen hak grevi tümüyle yasaklandı.
Birçok işkoluna ve işyerlerine grev yasakları getirildi; böylece sendikaların hak arama yolları tıkanmaya çalışıldı.
Sendikaların siyasal ve toplumsal yaşama ilişkin sınırlıda olsa varolan katılımı, tümüyle yasaklandı.
Sendika yöneticisi olmanın kuralları değiştirildi ve yeni kısıtlamalar getirildi.
Toplu sözleşme sürecinde Yüksek Hakem Kurulu'nun yetkileri olağanüstü arttırılırken bu kurulun aldığı kararlara itiraz hakkı kaldırıldı.
Bu dönemde artan grevler, direnişler ve hatta çatışmalar nedeniyle işçilerin örgütlenmesine karşı önlemler geliştirilmeye başlandı. 1791'de Fransa'da 1799'da İngiltere'de işçilerin örgüt kurmalarının engelleyen yasalar oluşturuldu. İşçiler ancak uzun mücadeleler sonucu bu yasakların kaldırılmasını sağlaya bildiler. 1824 yılında İngiltere'de, 1884 yılında da Fransa'da sendika örgütlenme yasal olarak tanındı. Ancak sendikal örgütlenme hakkına sahip olmak, sorunların giderildiği anlamını taşımıyordu. Yine insanlar uzun çalışma sürelerinde çalıştırılıyor, düşük ücret alıyor, iş kazalarında kırılıyor, hiçbir güvenceye sahip olmadan ölesiye çalışıyordu.
19. Yüzyılda tüm bu kötü çalışma ve yaşama koşullarına karşı büyük işçi direnişleri yaşandı. İşçiler bu eylemleri sendikalarıyla örgütlerken aynı zamanda sendikalarını daha da geliştirdiler. Bu eylemlerden binlercesi öldürüldü, kırıldı ve yaralandı.
20. Yüzyılın başında itibaren kapitalizmin geliştiği Amerika Birleşik Devletlerinden ve Avrupa ülkelerinde sendikalar daha büyük güç oldular; kıtaları sarsan etkin eylemlerle birçok kazanımı yaşama geçirdiler.
1914 yılında başlayan ve 1918 yılında sona eren Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa sendikalarının istemleri sonucu 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kuruldu. Yine sendikaların çabaları sonucu "İşçi Hakları Bildirgesi" benimsendi. Bu Bildirgenin temel ilkeleri şunlardır:
Emeğin bir meta gibi değerlendirilmesi,
Sendikal örgütlenme hakkının sağlanması,
Yeterli bir yaşam düzeyini koruyabilmek için elverişli ücret ödenmesi,
Günlük 8, haftalık 48 saat çalışma süresi,
Haftada en az 24 saat dinlenme süresi,
Ülkede tüm işçilere eşit davranılması,
İşçilerin korumayı amaçlayan yasa hükümlerinin uygulamasını sağlayacak denetim sisteminin kurulması.
Böylece çalışma yaşamını ilgilendiren konularda evrensel nitelikli sözleşmelerin oluşturulması süreci başladı. Dünyada sendikal hareketinin genişlemeye başladığı bu dönemi izleyen 1929 yılında büyük bir ekonomik bunalım yaşandı.
Bu arada Almanya ve İtalya'da faşizm tırmanmaya başladı. Almanya'da Hitler, İtalya'da Mussolini iktidara geldiler. Sendikalar kapatıldı ve birçok işçi önderi toplama kamplarına sürdürüldü yada idam edildi. 1939 yılında dünyayı kana bulayacak ve 1945 yılına kadar sürecek olan 2. Dünya Savaşı başladı. Savaş, 1945'te Almanya'nın yenilmesiyle sona erdi. İnsanlığın önünde yeni bir ufuk belirdi.
Savaşın sonlarına doğru Filadelfiya'da toplanan Uluslar Arası Çalışma Örgütü (ILO), tarihsel bildirgelerinden biri olarak tanınan ve ILO'nun amaç ve hedeflerinin belirtildiği "Filadelfiya Bildirgesi"ni 1944 yılında yayınladı. Bu bildirgede şu temel noktalar vurgulandı:
Emek bir mal değildir.
Dernek kurma ve ifade özgürlüğü desteklenen bir ilerlemenin vazgeçilmez şartıdır;
Yoksulluk, bulunduğu yerlerde, herkesin refahına yönelik bir tehlike oluşturur;
İhtiyaca karşı mücadele, her ulusun kendi ülkesi içerisinde tükenmez bir güçle ve kamu yararının sağlanması amacıyla işçi ve işveren temsilcilerinin Hükümet temsilcileri ile eşit şartları içinde katılımlarıyla yapacakları serbest tartışmalara ve alacakları demokratik kararlara hakim olarak sürekli ve ortak bir uluslar arası gayretle yürütülecektir.
Irk, inanç ve cinsiyetleri ne olursa olsun bütün insanlara, maddi ilerlemelerini ve manevi gelişmelerini, hür ve haysiyetli bir şekilde, ekonomik güvence altında ve eşit şartlarda sürdürmek hakkına sahiptirler.
Yayınlanan bildirgede şu konuların Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) için önemli bir yükümlülük oluşturduğu belirtildi:
Tam istihdamın sağlanması ve hayat seviyesinin yükseltilmesi,
İşçileri, becerilerini ve bilgilerini bütünüyle gösterebilmekten zevk duyacakları işlerde çalıştırmak ve bu sayede ortak refaha en iyi biçimde katkıda bulunmak;
Bu amaca ulaşmak için, bütün ilgililer hakkında uygun güvencelerle işçileri mesleklerinde yetiştirmek üzere olanaklar sağlamak ve onların bir yerden diğer bir yere nakillerini ve bu arada gerek kendilerinin gerek diğer halkın göçerliliğini kolaylaştırabilecek önlemlere başvurmak,
Ücretler ve kazançlar, çalışma süreleri ve diğer çalışma koşulları konularda kaydedilen ilerlemelerin sonuçlarından herkese eşit şekilde yararlanma imkanı tanınması, iş sahibi olan ve korunmaya muhtaç olan kimselere asgari yaşam koşulları sağlayacak bir ücret verilmesi,
Toplu görüşme yapmak hakkının tam olarak tanınması, üretim düzenlemelerinin sürekli iyileştirilmesi ile sosyal ve ekonomik politikanın hazırlanması ve uygulanmasında ortaklaşa hareket etmek için işçi ve işverenlerin işbirliği yapması,
Güvenceye ve eksiksiz tıbbi tedaviye ihtiyaç duyan herkes için temel bir gelir sağlamak amacına yönelik sosyal güvenlik önlemlerinin yaygınlaştırılması,
Bütün işlerdeki işçilerin hayat ve sağlıklarının uygun bir biçimde korunması,
Çocukların ve annelerin korunması,
Gıda, barınma, kültür ve dinlenme olanakları bakımından uygun bir düzeye ulaşılması,
Eğitim ve meslek alanlarında eşit şanslar sağlanması.
Bu dönem sendikalar, bir yandan toplumsal rollerini genişletirken, çalışma koşullarının, örgütlenme hakkının evrensel ilkeleri daha da belirginleşti. ILO bu konuda önemli bir işlev gördü.
ILO Konferanslarında kabul edilen gerçekleştirilen yasal düzenlemeler, birçok ülkede istemlerin yaşama geçirilmesini, çalışanların soluklanmasını sağladı.
Birleşmiş Milletler Örgütü 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini yayınladı. Bildirge tüm dünya insanlarının temel haklarını vurguluyordu:
Bütün insanlar özgür, onurlu ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler; birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanılabilir.
Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetmeksizin yasanın korumasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.
Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişimi için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklinmiş bir yaşma sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olmak hakkı vardır.
Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izine çıkmaya hakkı vardır. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, İşsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilmesini izleyen kısa bir süre sonra 1950 yılında yine Avrupa sendikalarının ve demokratik kuruluşlarının çabalarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kabul edildi. Bu arada dünya sendikaları uluslar arası birlikler oluşturdular. 1949 yılında Uluslararası Özgür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) kuruldu.
Savaş yıllarının ardından evrensel hakların yaygınlaştırılmasına ve kurumlaştırılmasına yönelen dünya sendikaları;
Sendikalar hakların geliştirilmesi; sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması ;
Savaş, çatışma ve terörün dışlanması;
Sömürgeciliğin kaldırılması ve ulusal bağımsızlıkların kazanılması;
İnsan hakları ihlallerinin engellenmesi;
Irkçılığın ve her türden ayrımcılığın sonlandırılması ve tüm dünyada demokrasinin geliştirilmesi, kurumlaştırılması doğrultusunda güçlü eylemler gerçekleştirdi.
Sendikaların gerçekleştirdiği tüm bu etkinlikler ve eylemler dünyada barışın, demokrasinin ve insan haklarının güvencesi oldu ve oluyor.
1 Mayıs nasıl doğdu ve neden tüm dünyada kutlanıyor?
Avrupa ve Amerika'da 19. Yüzyıl boyunca çok kötü çalışma koşulları içinde çalışan işçiler, yaşadıkları koşulları değiştirmek üzere birçok grev ve direniş gerçekleştirdiler.
Amerika ekonomisinin 1860'lı yıllarından itibaren büyük sorunlar içine girmesiyle işverenler 1874 yılında dürt eyalette birden ücretlerin düşürülmesine karar verdiler.
İşçiler bu karara karşı direndi. 13 Ocak 1874 günü düzenledikleri kitlesel bir toplantı, polis tarafından bastırıldı. Pek çok işçi yaralandı ve tutuklandı.
Kısa bir süre sonra Pensilvanya'da kömür işçileri de harekete geçti. Direniş kınlı biçimde kırıldı, 10 işçi lideri asıldı, 14'ü zindanlara atıldı.
Bu arada Amerikan işçi sınıfının kanı pahasına sürdürdüğü direniş sürerken işverenlerin baskısı da yoğunlaşıyordu.
1877 yılında bütün baskılara rağmen 8 saatlik işgünü isteyen ve ücretlerinin düşürülmesini protesto eden işçiler eylemlerini doruğa ulaştırdı. Bu eylemlerde demiryolu işçileri 12 ölü verdi. 1877 direnişi de kanlı biçimde sona erdi. Ama işçi sınıfı örgütlenmesini sürdürdü.
1 Mayıs 1886 günü Amerikan işçileri genel greve çıktı 80 bin işçi sekiz saatlik işgünü için direnişe geçti. 3 Mayıs'ta Şikago'da direnişçi işçilerin üzerine ateş açıldı. Yüzlerce işçi çoluk çocuk demeden vuruldu, birçoğu hapse atıldı.
Olayı protesto eden işçiler, ertesi gün yeniden alanlardaydı. Kalabalık dağılırken bir kışkırtıcının attığı bomba ortalığı karıştırdı. Bunun üzerine polisler gösterilere katılanlara karşı silah kullandı. Olaylar sonunda dört işçi önderi idam edildi.
1888 Aralığında toplanan Amerikan İşçi Federasyonu 8 saatlik işgünü elde edilinceye kadar, her yıl 1 Mayıs'ta kitle gösterileri düzenleme kararı aldı. Aynı aylarda birbirinden habersiz olarak Fransız ve Belçika İşçi Sendikaları Konfederasyonları sekiz saatlik işgünü için mücadele kararı alıyordu.
14-21 Temmuz 1889'da Paris Kongresi ile kuruluşu gerçekleştirilen 2. Enternasyonal, 1 Mayıs işçi sınıfının uluslar arası birlik ve dayanışma günü ilan etti.
1890 yılında sonra 1 Mayıs'lar bütün ülkelerde uluslararası işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Birçok ülkede 1 Mayıs tatil günü olarak kabul edildi. 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) kuruluş kongresinde 8 saatlik işgünü karara bağlandı. Bugün dünyanın hemen her ülkesinde 1 Mayıs'lar artan bir coşku ve heyecan ile kutlanıyor. Ve yine bugün tüm dünyada aralarında Türkiye'nin de bulunduğu birkaç ülke dışında, 1 Mayıs yasal olarak "İşçi Bayramı"dır ve genel tatildir..
8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedir?
8 Mart 1857 tarihinde Amerika'nın New York kentinde 40.000 dokuma işçisi insanca çalışma koşulları istemiyle greve başladı. Ancak Amerika polisi grevcilere saldırdı. Saldırı sırasında çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi can verdi.
1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin; 8 Mart 1857 tarihinde yangında ölen kadın işçiler anısına 8 Martların Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisini getirdi ve öneri oybirliği ile kabul edildi. Sendikalar yıllarca bu önemli günde kadına yönelik ayrımcılığı daha güçlü olarak dile getirdi.
1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı'nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ı tüm kadınlar için Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
İşte 8 Mart böyle bir süreçle tüm dünya kadınlarının, kutladığı uluslararası bir güne dönüştü.
1857 yılında New York'lu dokuma işçisi kadınların daha az çalışma süresi isteyerek eşitsizliklere ve ayrımcılığa karşı sürdürdüğü insanca yaşam kavgası, artık tüm kıtalardaki kadınların ellerinde dalgalanan bir bayrak oldu.
B- TÜRKİYE SENDİKAL HAREKETİ
Türkiye'de sendikal hareket nasıl doğdu?
Ülkemizde sendikaların doğuşu 1923 yılında kurulan cumhuriyet öncesinde başlar. Osmanlı imparatorluğunun başkenti olan İstanbul'da yoğunlaşan ve çoğu ordunun gereksinimlerini karşılamaya donuk fabrikalarda görülen ilk işçi örgütlenmeleri Avrupa'da gelişen işçi hareketinden çok sonra ortaya çıktı.
İlk kez 1970'li yıllarda çeşitli işçi dernekleri kuruldu. Ancak bunlar, işçi yardımlaşma sandıkları biçimindeydi. Bu tür derneklerin ilk bilinenlerden olan Ameleperver Cemiyeti (İşçi Dostları Derneği) bir yardım sandığı biçimindeydi. Bu örgütlenmelerin yaşandığı dönemde tarihimizde bilinen önemli grevlerden biri gerçekleşti. 1872 yılında o günlerde adı Kasımpaşa Tersanesi olan Taşkızak Tersanesi'nde üç aydır ücretlerini alamayan işçiler greve çıktılar ve kararlılıklarıyla istemlerini kabul ettirdiler.
Bu önemli grev deneyiminden sonra Osmanlı İmparatorluğunda zaman zaman grevler görüldü. O zamanlar greve "tatili eşgal" yani "işlerin durdurulması" deniyordu.
19. Yüzyılın sonlarına doğru demiryolları işçileri, Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası işçileri, iskele hamalları, liman işçileri, Şirketi Hayriye (Denizyolları) işçileri, tütün işçileri, İstanbul mürettipleri grevler yaptı. 1879'da 500 kadar yapı işçisi greve çıktı. İstemleri, ücretlerinin artırılması ve iş saatlerinin kısaltılmasıydı. Bu grevin özelliği, ilk kez iş saatlerinin kısaltılmasıydı. Bu grevin özelliği, ilk kez iş saatlinin kısaltılması istemiyle bir grevin yapılmasıdır.
1890'larda Tophane Fabrikası işçileri ilk kez Osmanlı Amele Cemiyeti adlı bir dernek kurdular. Bu dernek bir yıl sonra kapatıldı.
1908 yılının Ağustos ve Eylül aylarında 30 grev yapıldı ama İttihat ve Terakki iktidarı tarafından kanla bastırıldı ve grevleri yasaklayan bir yasa çıkarıldı. Bu baskı yasasına rağmen işçilerin mücadelesi durmadı. Demiryolu, tütün, tramvay, deri, gazhane işçileri zaman zaman grevler gerçekleştirdi. Bu yıllarda işgünü 14 saati geçiyor; kadın ve çocuk işçiler amansızca sömürüyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Dünya Savaşında Almanya ile birlikte yenilmesi üzerine ülke 1918'de işgal edildi. Artık İstanbul; İngiliz, Fransız, İtalyan askerlerinin çizmeleri altındaydı. Sevr anlaşmasıyla paylaşılmak istenen Anadolunun birçok bölgesi Fransızlar, İtalyanlar ve İngilizlerce işgal edilmişti.
15 Mayıs 1919'da İzmir'e Yunanistan ordularının girdiği ve daha doğruya doğru ilerleme hazırlıkları yaptığı günlerde Çanakkale'yi düşmana geçilmez kılan Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Samsuna çıktı. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu insanları ülkelerinin savunulması için savaştı İşkal altındaki İstanbul'da işçiler askeri depolardan silahlar kaçırılarak Anadolu'ya götürülmesi için örgütlenirken grev silahını da işgalcilere karşı kullandılar.
1921-1922 yıllarında İstanbul'da 1 Mayıs İşçi Bayramı canlı bir biçimde kutlandı. 1919-1923 yılları arasında başlıca şu grev hareketleri yer alır: Tütün İşçileri grevi, Kasımpaşa tersanesi işçileri grevi, Tünel işçileri grevi, Tramvay işçileri grevi, Çatalca Demiryolu işçileri grevi, Zonguldak Maden işçileri grevi, Bomonti Bira Fabrikası işçileri grevi, İzmir incir toplama işçileri grevi, Aydın Demiryolu işçileri grevi, İstanbul matbaa işçileri grevi. Bu dönemde yapılan Şark Şimendiferleri işçilerinin grevi özel bir önem kazanır. Bu greve 1400 işçiden 1200'ü katıldı ve 10 gün sürdü. İşçilerin istemlerinin başlıcaları şunlardı: İşgalcilerle işbirliği yapanların işten uzaklaştırılması, günlük iş süresinin 8 saate indirilmesi, ücretlerin artırılması, ücretli hafta tatili, iş kazalarına uğrayanlara tedavileri boyunca gündelik ödenmesi.....
Topraklarımızı işgal eden Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya'nın ülkemizden sürülüp atılmasına izleyen günlerin ardından 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi. Böylece 624 yıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihe gömüldü ve Anadolu insanı y eni bir yönetime kavuştu. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte çağdışı kurumlaşmalara son verildi; tekke ve zaviyeler kapatıldı, hilafet kaldırıldı, latin harfleri benimsenirken laiklik ilkesi yaşana geçti.
Toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmeye başlandığı, ülkenin kalkınma atılımlarına hazırlandığı bu dönemde, 1924 yılında Amele Teali Cemiyeti (İşçi Yükselme Derneği) kuruldu. Amele Teali'nin çatısı altında birden çok sendika bulunuyordu. Amele Teali'nin üye sayısı 1925 yılı başlarında 30 bin işçiyi aşıyordu. Hükümet, 1925 başlarında Meclis'te iş yasası tasarısını gündemine aldı. Bu arada Amele Teali, 13 Şubat 1925 tarihinde 14 sendikadan 150 delege toplandı. Toplantıda Amele Teali'nin bir iş yasası tasarısı hazırlaması kararlaştırıldı. Bunun için bir komisyon oluşturuldu. İş yasası tasarısı, 21 Şubat 1925 tarihinde toplanan "Büyük İşçi Kongresi"nde görüşüldü. 1 Mayısın işçi bayramı olarak yasayla tanınması, işçi sınıfının ve Amele Teali'nin en önemli istemleri arasında yer alıyordu. İşçi sınıfının bu uluslar arası dayanışma gününü amacından saptırmak için, Hükümet 1 Mayıs'ı 1925'de "Bahar ve Çiçek Bayramı" diye ilan edildi.
1927 yılının 1 Mayıs'ında 2000'e yakın işçi işini terketti ve Amele Teali'nin binasında toplanarak 1 Mayıs'ı coşkuyla kutladı. 1927'nin sonlarında Amele Teali Cemiyeti "yasadışı bulunarak" kapatıldı. 150 etkin sendika üyesi ve cemiyetin yönetim kurulu tutuklandı, cemiyet binasına el kondu.
Amele Teali Cemiyeti'nin dağıtılması ardından yıllarca işçilerin örgütlenmesine olanak tanınmadı.
1936 yılında Türkiye'de ilk İş Yasası çıkartıldı. 3008 sayılı İş Yasası örgütlenmeyi ve toplu sözleşme hakkını içermiyor ve grevi yasaklıyordu. İlk kez işçi mümessilliği (temsilciliği) uygulamasını kapsayan yasa, çalışanlara güvenceler getirmiyordu.
1939-1945 yıları arasında dünyayı ateşe ve kana bulayan ikinci Dünya Savaşı yaşandı. Savaş demokrasi cephesinin zaferiyle sonlandı.
Bu yıllarda özellikle Avrupa sendikaları ve demokratik siyasal güçleri demokrasinin, sendikal hak ve özgülükleri geliştirilmesi zorunluluğunu vurguladılar. 2. Dünya Savaşının sonunda yeryüzünde görülen bu önemli değişim, Türki'ye de de etkisini duyurdu 1946'da işçi sigortaları Kurumu ve Çalışma Bakanlığı kurudu ve Cemiyetler Kanunu yeniden değiştirildi. Bu yasadaki, sınıf esasına dayanan dernek kuruma yasağı kaldırıldı. İşçiler artık kendi çıkarlarını savunmak için dernek kurabileceklerdi. 1974 yılında ilk kez sendikalar kanununu çıkarıldı. Bundan sonra işçiler hızla sendikalaşmaya başladılar. Ancak sendikalar kanunu, grevi ve toplu sözleşmeyi yasaklıyordu. Aynı dönemde sendikalaşan işçilere baskılarda arttı. Bu ortamdan da işçiler genel olarak işyeri düzeyinde örgütlenmeye ve bu örgütlenmelerinin giderek bölgesel düzeyde genişletmeye başladılar.
O günlerde özellikle tekel ve çay işçileri ile çoğunluğu büyük kentlerde bulunan gıda fabrikaları işçileri yerel ve bölgesel sendikalar kurdular. Bölgesel düzeydeki bu örgütlenmeler kısa süre sonra ulusal düzeyde örgütlenmenin gerçekleştirilmesinin zorunlu kıldı ve Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) 1952 yılında kuruldu. 1960 yılında askeri darbe ile Demokrat Parti İktidarının düşürülmesinden 1 yıl sonra 1961 yılında Anayasa halkoyuna sunuldu ve yürürlüğe girdi. 1963 yılında 274 Sayılı Sendikalar Yasasıyla, 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası çıkarıldı. İşçiler sınırlı da olsa bu yasalarda yer alan örgütlenme ve eylem olanaklarını da kullanarak sendikal hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltti.
12 Eylül'ün sendikal harekete etkisi ne oldu?
Genel olarak ülkemiz özel olarak da sendikal hareket için bir dönüm noktası olan 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen günlerde sendikal haklar büyük ölçüde kısıtlandı. Darbe ile tüm toplu sözleşmeler "askıya" alınırken Türk-İş dışındaki konfederasyonlar ve üye sendikaları kapatıldı. Örgütlenme hakkına doğrudan yasak ve kısıtlamalar yanında toplu sözleşme hakkına kısıtlamalar getirildi. 1961 anayasasının getirdiği özgürlükler ortamından çıkartılan 274 ve 275 sayılı yasalardaki kazanımların önemli bölümlü bu ortamda yok edildi. Çıkartılan 2822 Sayılı Toplu iş sözleşmesi Grev Lokavt Yasası yanında 1475 sayılı iş Yasasında ve bu yasalara bağlı olarak çıkartıla tüzüklerde önemli değişiklikler yapıldı. Bu gün birçoğunun varlığını sürdürdüğü bu kısıtlamalar özetle şunlardır:
Toplu sözleşmelerde gün sayısı arttırılabilen kıdem tazminatına memur katsayısına bağlı olarak sınır getirildi.
Toplu iş sözleşmesinin uygulanması durumunda gerçekleştirilebilen hak grevi tümüyle yasaklandı.
Birçok işkoluna ve işyerlerine grev yasakları getirildi; böylece sendikaların hak arama yolları tıkanmaya çalışıldı.
Sendikaların siyasal ve toplumsal yaşama ilişkin sınırlıda olsa varolan katılımı, tümüyle yasaklandı.
Sendika yöneticisi olmanın kuralları değiştirildi ve yeni kısıtlamalar getirildi.
Toplu sözleşme sürecinde Yüksek Hakem Kurulu'nun yetkileri olağanüstü arttırılırken bu kurulun aldığı kararlara itiraz hakkı kaldırıldı.
Askeri dönemde yaratılan bu değişiklikler ve uygulamalar karşısında Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafında kara listeye alındı. Dünya sendikaları ve özellikle Uluslararası Özgür İşçi sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) sendikal hakların kısıtlanmasına karşı Türkiye sendikaları ile uluslar arası dayanışma örgütledi.
İşte sendikal hakların kısıtlandığı bu dönemde işçi ücretleri önemli ölçüde geriledi ve işçiler mutlak yoksullaşma sürecine girdi.
Ancak yoksullaşma tepkiler, 1989 yılında bir çığ gibi büyüdü. Yüz binlerce işçi alanları, bulvarları, caddeleri doldurmaya; yoksulluğa yığınsal olarak tepki göstermeye başladı. Sendikal tarihe, "Bahar Eylemleri" olarak geçen bu tepkiler sonucu, kamu kuruluşlarında ilk kez enflasyon artışına bağlı ücret artış sistemi kabul ettirildi. Aynı yıl Hükümet Avrupa Sosyal Şartı'nı bazı maddelerine çekinceler koyarak kabul etti. Avrupa ülkelerinde sendikal hakların sınırlarını genişleten bu haklar, son yıllarda yeni haklarla daha da genişletilmesine karşın, Türkiye bu Şart'ı günümüzde de kabul etmekte ısrar ediyor.
1991, 1993, 1995, 1997 ve 1999 yıllarında gerçekleştirilen kamu sektörü toplu sözleşme dönemlerinde de eylemler, tüm ülkeyi sarstı. Yüz binlerce işçi hakları için büyük yürüyüşler gerçekleştirdi. 1999 yılında IMF ve Dünya Bankası istemleri doğrultusunda sosyal güvenlik hakkına getirilen sınırlandırmalara karşı sendikalar güçlü tepkiler gösterdi. Ancak 17 Ağustos 1999 tarihinde ülkemizi sarsan ve on binlerce insanımızın öldüğü ve deprem günlerinde, çalışmalarını sürdüren Parlamento sendikaların karşı çıkışlarına karşın bu yasayı onayladı.
Hava İş Sendikası
Yorumlar
Yorum Gönder