4857 Sayılı İş Kanunu Kimleri Kapsar

4857 Sayılı İş Kanununun Uygulama Alanı
4857 sayılı İş Kanunu’nun uygulama alanı; işler, iş ilişkileri, kişiler ve işyeri yönünden ayrı ayrı ele alınabilir.
4857 Sayılı İş Kanunu’nun İşler ve İş İlişkileri Yönünden Uygulama Alanı

4857 sayılı İş Kanunu’nun kapsamı; kanunun 1 inci maddesinde “Bu kanun, 4 üncü maddedeki istisnalar dışında kalan bütün işyerlerine, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine ve işçilerine faaliyet konularına bakılmaksızın uygulanır” ifadesiyle belirtilmiştir. Madde metninde “…faaliyet konularına bakılmaksızın…” denilerek, sürdürülen işin sanayi, ticaret, madencilik, gösteri sanatları, sağlık, eğitim vb. gibi niteliği yönünden bir ayrım gözetilmemiştir. Gönderme yapılan ve “İstisnalar” başlığını taşıyan 4 üncü madde metninde de; “Aşağıda belirtilen işlerde ve iş ilişkilerinde bu kanun hükümleri uygulanmaz” hükmü ile uygulama alanın sınırları çizilmiştir. 2 inci ve 4 üncü maddelerde yer alan bu hukuki düzenlemeleri birlikte irdeleyerek, İş Kanunu’nun hangi işlere ve iş ilişkilerine uygulanmayacağını ortaya koyalım.
Deniz ve Hava Taşıma İşleri

Denizlerde ve havada sürdürülen işlerin niteliği ile yürütüm koşulları birbirinden farklıdır. Karada, olağan koşullar altında sürdürülen iş ilişkilerini düzenlemek için hazırlanmış olan kanun hükümlerinin, deniz ve havada sürdürülen faaliyetlere uygulanabileceği kuşkusuz düşünülemez. Bu nedenle, deniz ve havada sürdürülen işler için daha özel hukuki düzenlemelere gereksinim duyulur. Deniz taşıma işlerine uygulanan bir deniz iş kanunu bulunmakla birlikte, havada sürdürülen işler için geçerli özel bir iş kanunu henüz ülkemizde hazırlanarak, yürürlüğe konulamamıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun uygulama alanı dışında bırakılan hava taşıma işleri, hangi kanun hükümlerine tabidir?

Bu düzenleme çerçevesinde; örneğin denizlerde kuru yük taşıyan bir geminin kaptanı, makinisti ya da bir yolcu uçağının pilotları, hostesleri İK’nın uygulama alanı dışında kalacaktır. Bu faaliyetleri sürdüren bir işletmenin özel ya da kamu hukuku tüzel kişisi olması ilgili hükmün uygulanması yönünden bir farklılık yaratmaz. Bununla birlikte, İK’nın 4 üncü maddesinin, a ve b fıkralarında yer verilen hükümlerle bu alanda bir istisna getirilerek, bazı deniz ve hava taşıma işleri kanun kapsamında bırakılmıştır. Bu bağlamda; “Kıyılarda veya liman ve iskelelerde gemilerden karaya ve karadan gemilere yapılan yükleme ve boşaltma işleri” ile “Havacılığın bütün yer tesislerinde yürütülen işler” İK’nın uygulama alanına girecektir. Ayrıca; “Deniz İş Kanunu’nun kapsamına girmeyen ve tarım işlerinden sayılmayan, denizlerde çalışan su ürünleri üreticileri ile ilgili işler”de çalışanların İK hükümlerine tabi olacakları da aynı madde metninde hükme bağlanmıştır (m. 4).

Yine aynı madde, “Havacılığın bütün yer tesislerinde yürütülen işleri”, İK’nın uygulama alanı içinde tutmuştur. Bu hüküm uyarınca; örneğin, bir hava alanındaki hangar, bagaj hizmetleri gibi, havacılığın tüm yer tesislerinde yapılan işler İK’nın uygulama alanı içinde kalacaktır. Havada sürdürülen ve ancak taşımacılık faaliyeti dışında kalan işler de yargı içtihatları doğrultusunda kanunun uygulama alanına girer (Yarg. 4. HD. ,T. 30. 04. 1979, E. 1978611131, K. 1979/5758, Güven-Aydın, s. 16). Böyle bir yaklaşımla, örneğin zirai mücadele pilotları İK’ya tabidir.

Bir ambulans uçakta görevli pilot ve hostesler, İş Kanunu’na tabi midir?

50 ve Daha Az İşçi Çalıştıran Tarım ve Orman İşlerinin Yapıldığı İşyerleri veya İşletmeleri ile Aile Ekonomisi Sınırları İçinde Kalan Tarımla İlgili Yapı İşleri

Tarımsal faaliyetlerin özellikleri, bu işlerde çalışma koşullarını da farklı kılar. Şöyle ki, tarımsal faaliyetler yılın belirli zamanlarında yapılır. Bu yüzden de çalışma süreleri çoğu kez düzenli değildir. Bu işlerde çalışanların büyük çoğunluğu küçük çiftçi aileleridir. İşlerinin hem sahipleri ve hem de çalışanlarıdır. Tarımsal faaliyetler karşılığında her zaman parasal nitelikte, düzenli ve sürekli bir ücret geliri de sağlayamazlar. İşte bu ve benzeri nedenlerle tarım ve orman işlerinde çalışanların iş ilişkilerinin, tarımsal faaliyetlerin nitelik ve koşullarına uygun, özel bir iş kanununun hükümleri ile düzenlenmesi gerekir. Ancak; ulusal ekonomimiz içinde tarım kesiminin önemli bir pay sahibi ve bu kesimde çok sayıda tarım işçisinin istihdam ediliyor olmasına karşın, bugüne dek ülkemizde tarım ve orman işlerini kapsayan özel bir iş kanunu da ne yazık ki hazırlanarak yürürlüğe konulamamıştır.

Yasa koyucu; tarım ve orman kesiminde iş ilişkilerinin özel bir tarım iş kanunu ile düzenlenmesini daha uygun bularak, “50′den az işçi çalıştıran (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde ve işletmelerinde” çalışanlar ile “Aile ekonomisi sınırları içinde kalan tarımla ilgili her çeşit yapı işleri”ni İK’nın uygulama alanı dışında bırakmıştır (m. 4/b, c).

Tarımla ilgili yapı işlerinin İK’nın uygulama alanı dışında kalabilmesi, madde hükümlerinden çıkarılabileceği üzere, iki ayrı koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlı kılınmıştır.

Söz konusu yapı işi;
i. bir samanlığın, bir ahırın ya da bir kümesin yapılması işi gibi tarımla ilgili olmalıdır.
ii. aile ekonomisi sınırları içinde kalmalıdır.
Bir başka deyişle, bu yapı işi, aile çatısı altında sürdürülen bir ekonomik faaliyet niteliğinde, aile üyeleri tarafından gerçekleştirilebilecek ölçekte olmalıdır.

Eğer yukarıda sıralandırılan iki koşuldan herhangi biri gerçekleşmiyorsa, bu istisna hükmü uygulanmayacak ve o yapı işi İK’ya tabi olacaktır.

Ancak; aynı maddenin daha sonraki c, d, ve e fıkralarında getirilen istisnalar ile bazı tarım işleri İK’nın uygulama alanı içine alınmıştır. Bu çerçevede; “tarım sanatları ile tarım aletleri, makine ve parçalarının yapıldığı atölye ve fabrikalarda görülen işler”, “Tarım işletmelerinde yapılan yapı işleri” ve “Halkın faydalanmasına açık veya işyerinin eklentisi durumunda olan park ve bahçe işleri” İK hükümlerine tabidir. Bu düzenlemeleri biraz daha ayrıntılı olarak ele alalım.

Tarım ürünlerinin işlenilme ve imal edilme sürecini kapsayan faaliyetleri tarım sanatları olarak düşünebiliriz. Örneğin; tütün, yağ, peynir, çay, incir vb. ürünlerin işlenilmesi işlerine Kanun hükümleri uygulanacaktır. Aynı şekilde; tarım aletlerin yapıldığı bir atölyedeki kaynak ya da bir üretme çiftliğindeki lojman inşaat işi de İK kapsamındadır.

Park ve bahçelerde sürdürülen işler tarımsal bir nitelik taşır. Bu işlerin İK’nın uygulama alanı içine girebilmesi, o parkın, bahçenin halkın yararlanmasına açık olması ya da herhangi bir işyerinin eklentisi niteliği taşıması koşullarına bağlı tutulmuştur. Bu istisna hükmü çerçevesinde örneğin, halka açık bir belediye parkının ya da bir şeker fabrikasının bahçe işlerine İK hükümleri uygulanacaktır. İK’nın uygulanması bakımından, hangi işlerin tarım ve orman işlerinden sayılacağı ise, “Sanayi, Ticaret, Tarım ve Orman İşlerinden Sayılan İşlere İlişkin Yönetmelik” hükümleri ile gösterilmiştir (R. G. , T. 28. 02. 2004, S. 25387).

Bir fabrika sahibinin yazlık evinin bahçe işlerinde çalışan bir bahçıvan, İK’ya mı tabidir?
Bir Ailenin Üyeleri ve 3 üncü Dereceye Kadar Hısımları Arasında Dışarıdan Başka Biri Katılmayarak Evlerde ve El Sanatlarının Yapıldığı İşler

El sanatlarına ilişkin halıcılık, dokumacılık vb. işler, bazı koşullara bağlı olarak İK’nın uygulama alanı dışında bırakılmıştır. İlgili madde metninde yer alan “Bir ailenin üyeleri ve 3 üncü dereceye kadar (3 üncü derece dahil) hısımları arasında dışarıdan başka biri katılmayarak evlerde ve ev sanatlarının yapıldığı işlerde” ifadesi özenle okunulacak olursa (m. 4/d), İK’nın kapsamı dışında kalması için yapılan işin;

i. evde,
ii. aile üyeleri ya da 3 üncü dereceye kadar olan akrabalar arasında, aile dışından bir başka kişinin katkısı olmadan yapılması ve
iii. el sanatları niteliğini taşıması gerekir.

Bu koşulların birlikte aranıldığı işlere İK hükümleri uygulanmaz (İK, m. 5/3). Örneğin halı, kilim dokuma gibi bir el sanatı işi, ev çatısı altında değil de kiralanan bir mekanda sürdürülüyorsa ya da o işte aile üyeleri ve akrabalar dışında sözgelimi bir komşu çalıştırılıyorsa İK’ya tabi olacaktır.

Evlerinin dükkân haline dönüştürülen bir odasında oyuncak hediyelik bebek yapan bir karı-koca ile 16 ve 20 yaşlarındaki çocukları tarafından sürdürülen bir iş, İK’nın uygulama alanına girer mi?

Ev Hizmetleri

Ev hizmetlerinde çalışan hizmetçi, aşçı, kahya, mürebbiye vb. kişiler tarafından sürdürülen işler, İK’ya tabi değildir (İK. m. 4/e).

Niteliği ve çalışma koşullarının taşıdığı özellik nedeniyle ev hizmetlerinde çalışanların iş ilişkileri birçok ülkede özel iş kanunları ile düzenlenmektedir. Ev hizmetlerinin İK’nın uygulama alanı dışında bırakılmasının temelinde de hiç kuşkusuz böyle bir düşünce bulunur. Ne var ki, ev hizmetlerinde çalışanların iş ilişkilerini düzenleyen özel bir iş kanunu da henüz hazırlanarak ülkemizde yürürlüğe konulamamıştır.
Çıraklar

Çırak olarak çalıştırılan kişiler ile onları çalıştıranlar arasındaki hukuki ilişki, iş sözleşmesi ya da hizmet akdi ile değil, çıraklık mukavelesi olarak adlandırılan bir sözleşme ile kurulur. İş görmek, çıraklık mukavelesinin de konusunu oluşturur. Ancak, taşıdığı özellikler nedeniyle çıraklık mukavelesi, iş görme amacını güden başka sözleşme türlerinden ayrılır. Şöyle ki; çırak olarak adlandırılan kişi bir sanatı öğrenebilmek, bir meslek becerisini kazanıp, geliştirebilmek için çalışır. Çalıştıranın çıraklık mukavelesinden kaynaklanan yükümlülüğü ise, çırağın o sanat ya da mesleği öğrenmesine yardımcı olmaktır.

Yürürlükteki Çıraklık ve Mesleki Eğitim Kanunu’nun hükümleri, uygulama alanı içinde bulunan çıraklarla ilgili hukuki düzenlemeleri kapsar. Bu nedenle de bu Kanuna tâbi çıraklara yaşlarına bakılmaksızın İK hükümleri uygulanmaz. Ancak; İK’nın 4 üncü maddesinin f fıkrasında “İş sağlığı ve güvenliği hükümleri saklı kalmak üzere…” denilerek getirilen bir istisna hükmüyle, çırakların Kanun’un “İşçi Sağlığı ve Güvenliği” başlığı altında yer alan hükümlerden yararlandırılmaları öngörülmüştür. Bu nedenle çıraklar İK’dan kısmen, yalnızca 77-89. maddeleri arasında yer alan hükümlerden yararlanabileceklerdir.
Sporcular

İK hükümleri, bu faaliyetlerin taşıdığı özellikler nedeniyle profesyonel sporculara uygulanmaz(İK. m. 4/g). Bu hüküm, tüzel kişiliği bulunan spor kulüplerinde iş sözleşmeleri ile çalışan profesyonel sporcularla ilgilidir. Böyle bir düzenlemenin amatör olarak spor yapanları kapsamayacağı açıktır. Spor kulüpleri ya da tesislerinde yine iş sözleşmeleriyle çalışan örneğin bir antrenör de bu kapsamda irdelenecektir. Ancak, profesyonel futbolcular için; 03. 07. 1992 günü, 21273 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a dayanılarak çıkartılan Profesyonel Futbol Talimatı, profesyonel futbolcular ile spor kulübü arasındaki iş ilişkilerini düzenleyen iş sözleşmeleri ile ilgili bazı hükümler taşımaktadır.

Rehabilite Edilenler

Rehabilitasyon hizmetleri; fiziksel ya da düşünsel yeteneklerdeki bir eksiklik ya da bozukluk halinin giderilmesine, eğer bu olanaksız ise etkinliğinin olabildiğince azaltılmasına, bu nitelikleri olan bireylerin çalışma ve sosyal yaşama entegre olabilmelerine yönelik tıbbi ve mesleki nitelikli çalışmaları kapsar. İşe alıştırma olarak da ifade edilebilecek rehabilitasyon hizmetleri yalnızca tıbbi ve mesleki değil, eski hükümlülere yönelik olarak sosyal nitelik de taşıyabilir.

Bu istisna hükmü ile kanun koyucu, özürlülerin ve eski hükümlülerin korunmasını hedeflemiştir. Fıkra hükmü, rehabilite edilenleri, İK’nın kapsamı dışında bırakmaktadır. Örneğin; ayağı geçirdiği bir iş kazası sonunda kopan ya da görme yeteneklerini yitiren bir özürlünün, sağlam yeteneklerini değerlendirebileceği bir işe hazırlamak amacıyla çalıştırılması halinde, kendisine İK hükümleri uygulanmayacaktır. Bu çalıştırma ortamının özel ya da kamusal niteliği bulunan bir sağlık kurumunda ya da bir gönüllü dernek çatısı altında sürdürülmüş olması hükmün uygulanabilmesi yönünden önem taşımaz.

507 Sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanununun 2 nci Maddesinin Tarifine Uygun Üç Kişinin Çalıştığı İşyerleri

Önce vurgulamamız gerekir ki; uygulama alanı belirlenirken İK’da, işyerinde çalışan işçi sayısına ilişkin bir sınırlandırmaya gidilmemiştir. Bir başka deyişle, iş yerinde tek bir işçi çalışıyor olsa bile, ilke olarak bu işyeri İK’nın kapsamına girer. Ancak, getirilmiş olan bu istisna hükmü, 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanunu’nun 2. maddesinde yer verilen tanıma uygun olan ve üç kişinin çalıştığı işyerleriyle sınırlıdır.

507 sayılı Kanun’a göre; esas itibariyle sermayeleri ile emeklerini birleştiren, tacir ve sanayici olarak kabul edilmeyen kişiler, esnaf ve küçük sanatkâr olarak tanımlanmaktadır. Bu kişilerin sermayeleri ve teknik olanakları sınırlıdır. Bu hükmün; esnaf ve sanatkarları kanuna tabi olmalarıyla doğacak yükümlülüklerden kurtarmak gibi tartışılabilir bir nedenle düzenlendiği düşünülebilir. Bu hükümle küçük ölçekli işyerlerinde çalışanlar ayrımcı bir yaklaşımla bir bakıma cezalandırılmış olmaktadır. Taşıdığı nitelik göz önünde tutularak, bu sayısal hesaplama içinde esnaf ya da sanatkarın kendisine de yer verilmesi gerekir.

Bir avukat, doktor, mali müşavir vb. serbest meslek sahiplerinin yanında çalışan katip, daktilograf, iğneci, pansumancı vb. işçilerin iş ilişkileri hangi kanun hükümlerine tabidir?

4857 Sayılı İş Kanunu’nun Kişiler Yönünden Uygulama Alanı

İK’nın 1 inci maddesi; “…4 üncü maddedeki istisnalar dışında kalan bütün işyerlerine, bu iş yerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine ve işçilerine faaliyet konularına bakılmaksızın uygulanır. ” hükmünü içermektedir (f. 2). Bu hukuki düzenleme çerçevesinde; hangi işverenlerin, işveren vekillerinin ve işçilerin İK’nın uygulama alanına gireceğini ayrı başlıklar altında ele alalım.
İşçi

İK’da işçi; “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi…” olarak tanımlanmıştır (m. 2/1). Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışmak ve gerçek kişi olmak, işçi sayılabilmek için Kanun’un birlikte aradığı koşullardır.

İş sözleşmesine dayanarak çalışan kişiler; yalnız hukuki ve ekonomik değil, teknik yönden de işverene bağımlı (tâbi) olarak iş görürler. Bu özellikleri nedeniyle işverene bağımlı olarak iş görmeyen ve konusu yine insan emeği olan istisna, vekâlet, nakliye, neşir vb. başka sözleşme türlerine dayalı biçimde çalışanlardan ayrılırlar. Örneğin; bir inşaat mühendisi, herhangi bir inşaat yapmak üzerine bir arsa sahibi ile anlaşmışsa, bu mühendis ile inşaat sahibi arasında bağıtlanan iş sözleşmesi değil, bir istisna akdidir. Bu yüzden de inşaat mühendisi işçi değildir. Ancak; eğer aynı mühendis başkasına ait bir yapı işinde kontrol mühendisi olarak, bir iş sözleşmesine dayalı olarak çalışıyorsa İK’ya göre işçi sayılacaktır.

Akit, eşdeyişle sözleşme türleri konusunda Hukuka Giriş dersinizin “Sözleşme Türleri I” ve “Sözleşme Türleri II” başlıklı 14 ve 15. ünite metinlerinde size verilen bilgileri hatırlamaya çalışın. Hatırlayamıyorsanız, değinilen ünite metinlerini bir kez daha okuyunuz.

Bu konuda, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nda yer alan bir hükümden de söz edilmesi gerekir. Şöyle ki; İK işçi niteliğinin kazanılmasını doğrudan bir iş sözleşmesine dayalı olarak çalışma koşuluna bağlı kılınmıştır. Oysa Sendikalar Kanunu açısından, iş sözleşmesine dayalı olarak çalışanlarla birlikte, nakliye sözleşmesine göre, esas itibariyle bedeni hizmet arzı suretiyle çalışmayı ya da yayın sözleşmesine dayanarak eserini yayıncıya bırakmayı meslek edinmiş bulunanlar ve adi şirket sözleşmesine göre ortaklık payı olarak esas itibariyle bedensel ve düşünsel işgücünü sunarak emek arzı suretiyle bir işyerinde çalışanlar da işçi sayılmaktadır. Görülen işin düşünsel ya da fiziksel işgücü gerektiren bir faaliyet olması işçi niteliğini kazanmada önem taşımaz.

Örneğin; bir tesviyeci, kaynakçı, sıhhi tesisatçı gibi, bir sekreter, çevirmen, işletme müdürü de, eğer iş sözleşmesine dayalı bir iş ilişkisi içinde bulunuyor ise, işçi sayılacaktır. İşçi her zaman bir gerçek kişidir. Ancak; yapılan işin gerçek ya da özel tüzel kişiye ait olması, işçi niteliğinin kazanılması yönünden önem taşımaz. Ayrıca, yapılan işin kamu ya da özel kesime ait olması, işçi niteliğinin kazanılmasında belirleyici olmaz.
İşveren

İK’nın 2 nci maddesine göre; “Bir iş sözleşmesine dayanarak… işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren…denir. ” Bu ifadeden de çıkarılabileceği üzere Kanun, işveren niteliğinin kazanılmasını işçi çalıştırma koşuluna bağlamıştır.

Bu hüküm çerçevesinde işveren; iş sözleşmesi bağıtlayarak işçiyi işe alan, iş görme borcunu yerine getirmesi karşılığında da o’na ücret ödemekle yükümlü olan kişidir. İşveren gerçek kişi olabileceği gibi örneğin bir ortaklık, dernek, sendika, vakıf gibi özel hukuk ya da kamu hukuku tüzel kişisi olabilir.
İşveren Vekili

Yaşadığımız dönemde sayıları giderek çoğalan büyük ölçekli işletmelerde, işverenin işyerini tek başına yönetebilmesi çok güç ve hatta olanaksızdır. Küçük ölçekli işletmelerde bile işverenden sürekli olarak işyerinde bulunması beklenemez. Oysaki işletmeler sürekli faaliyette bulunurlar. Bu nedenle işyerinde, işveren adına yönetim yetkisini kullanıp, yükümlülüklerini yerine getirebilecek kişilerin olması gerekir. İş hukukunda bu kişilere “işveren vekili” denilmektedir.

İK’nın 2 nci maddesinin 4 üncü paragrafında, “İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir” hükmüne yer verilmiştir.

İşveren vekili, kendisine verilen yetki sınırları içinde işvereni temsilen, onun adına işletmeyi yönetir ve işverenin yükümlülükleri yerine getirir. Ancak, Kanun; işveren vekilinin, işveren adına işyerinde işçilere yönelik aldığı tüm karar ve sürdürdüğü uygulamalardan doğrudan işvereni sorumlu tutmuştur (İK. m. 2/4). İşveren vekilleri, işyerinin ve işin yönetiminde görev üstlenmişlerdir. Bu yüzden de, “…işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar, işveren vekilleri hakkında da uygulanır” (İK. m. 2/5). Örneğin, yıllık ücretli izin hakkını kullanmak isteyen bir işçinin işlemlerini yapmayan, izin süresine ilişkin ücretini ödemeyen ya da işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini gerektiği gibi almayan bir işveren vekili, aynen işveren gibi sorumluluk taşır. İşveren vekilinin bu alandaki sorumluluğu, kendisine işveren tarafından tanınan yetki alanı ile sınırlıdır. Örneğin bir işletmede, işveren vekili niteliğini de taşıyan personel müdürü, yetki alanı dışında bırakılan pazarlama bölümü ile ilgili bir uygulamadan sorumlu tutulamaz.

Bir işletmede işveren, birden çok kişiye bu alanda yetki verebilir. Bu nedenle bir işletmede birden çok işveren vekilinin olması kanun hükümlerine aykırı değildir. Sözgelimi, bir işletmenin fabrika müdürü ya da finansman müdürü kendilerine verilen yetki sınırları içinde birlikte işveren vekili niteliğini taşıyabilirler. İşveren vekiline verilen temsil yetkisinin kaynağını çoğunlukla iş sözleşmesi oluşturur. Bu nedenle işveren vekilleri, işveren ile aralarındaki iş ilişkileri yönünden işçi sayılırlar. Nitekim İK da “İşveren vekilliği sıfatı, işçilere tanınan hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz” denilerek bu konuya açıklık getirilmektedir (m. 2/5). Uygulamada pek karşılaşılmasa da işveren vekilleri ile işveren arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesi dışında, örneğin bir vekâlet akdine de dayalı olabilir.

İşveren vekili niteliğinin kazanılması, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nda İK’dan farklı biçimde düzenlenmiştir. Sendikalar Kanunu hükümlerinin ele alınarak işlenileceği 9. ünite metinde vurgulanacağı üzere, İK’ya göre işin ve işyerinin yönetiminde işveren adına kısmen görev alan bir kişi de işveren vekili olabilir. Ancak Sendikalar Kanunu, bir kişinin işveren vekili olabilmesini, işletmenin tümünü yönetme yetkisine sahip bulunması koşuluna bağlamamıştır.

Alt İşveren

İşçiler, doğrudan doğruya işveren ya da vekili tarafından değil, aynı işyeri ya da eklentilerinde iş alan üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bu nedenle de bu üçüncü kişi ile iş sözleşmesi yapmış olabilirler. Kanun metninde “alt işveren” olarak adlandırılan bu üçüncü kişiler, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nda aracı, uygulamada ve öğretide ise müteahhit ya da taşeron olarak da ifade edilmektedir. Kanun;”Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal ve hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işvereni ile iş aldığı işveren arasında kurulan…” ilişkiyi, asıl işveren-alt işveren ilişkisi olarak kabul etmektedir (İK,m. 2). Bu hükme göre, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez. İşletmelerde inşaat, temizlik, özel güvenlik, boya-badana vb. işleri çoğu kez alt işverenlerle yapılır. Örneğin, bir kara yolu inşaatı işini alan müteahhit; bunu bölümlere ayırarak, kum taşıma işlerini, drenaj işlerini, tesviye işini ayrı ayrı alt müteahhitlere dağıtabilir.

Bir sanayi kuruluşunun bahçesinde yapılmak istenilen bir çocuk emzirme odası inşaatı, bir başka müteahhide verilecek olursa, bu müteahhit, o işte çalıştıracağı kendi işçileri yönünden alt işveren niteliğini kazanır mı? Bu müteahhit de yapılacak binanın sözgelimi doğrama, sıhhi tesisat, boya-badana işlerini başka müteahhitlere verecek olursa, bu müteahhitler de ayrı ayrı birer alt işveren mi sayılır?

Kanun hükümleri; alt işvereni, kendi işçilerine karşı, kanundan ve iş sözleşmesinden doğan yükümlülükler açısından asıl işveren ile birlikte sorumlu tutmuştur (İK, m. 2/6). İşçileri korumak amacıyla öngörülmüş bulunan, ortak ve zincirleme (müteselsil) nitelikteki bu sorumluluk, sosyal sigortalarla ilgili uygulamalar yönünden de önem taşır.

Bir işyerinin boya badana işini üstlenen müteahhit, işçisine hak ettiği ücretini ödemeyecek olursa, işçinin uğradığı bu zarardan kim ya da kimler sorumlu olacaktır? Bu işçi kime başvurup, zararının giderilmesini kimden isteyebilecektir?

4857 Sayılı İş Kanunu’nun İşyeri Yönünden Uygulama Alanı

Kanun’un işyeri ile ilgili hükümleri, işçileri iş yaşamında koruyabilmek amacıyla getirilmiştir. Örneğin; bir işyerinin açılması, devredilmesi, kapatılması, denetimi, işyerinde alınacak işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri, gidilecek grev ve lokavt uygulamaları işyeri kavramına ayrı bir önem kazandırır. İK işyerini “İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birim…” olarak tanımlamamaktadır (m. 2/1). Bu ifadeye göre, örneğin bir sanayi kuruluşunun fabrikası, ticari faaliyette bulunan bir mağaza, bankacılık hizmetleri veren bir banka şubesi vb. yerler işyeri niteliği taşır. İşin açık ya da kapalı bir yerde yapılmasının, işverenin işyerinin maliki olup, olmasının işyeri niteliğinin kazanılmasında önemi yoktur. Bu bağlamda işyeri, işin fiilen yapıldığı yer olmaktadır.

Ancak Kanun’un yine aynı maddesinin devamında, “İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılık bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile, dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır” denilmektedir. Bu hüküm işyeri kavramının kanun koyucu tarafından daha geniş bir perspektifle irdelendiğini gösterir. Şöyle ki; kanun hükümleri çerçevesinde işin yapıldığı yer asıl işyeri olarak kabul edilmekte, ancak işin niteliği bakımından işyerine bağlı olan yerler, eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılmaktadır.

İşyerine Bağlı Yerler

İşin niteliği bakımından bağlılık bir işin diğerini tamamlaması, tek elden yürütülecek şekilde organize edilmiş olmasını ifade eder. Bu nedenle; işin niteliği bakımından işyerine bağlı olduğunu kabul edebilmek için bu yerin, asıl iş ünitesine yalnızca teknik yönden değil, hukuki ve ekonomik yönden de bağlı olması gerekir. Bu bağlamda işyeri ile işyerinden sayılan yerlerin aynı işverene ait olması da gerekmektedir. Örneğin böyle bir yaklaşımla, bir şekerleme fabrikası sahibinin, üretilen şekerleri koymak için, fabrika bahçesi içinde kurduğu mukavva kutu yapım ünitesi, işyerine bağlı bir yer olarak nitelendirilecektir. Ancak, aynı işverene ait olsa bile bir sinema ile bir lokanta; birbirlerine bağlı olmayan farklı iş yerlerinde, birbirini bütünlemeyen faaliyetlerde bulunulduğu için ayrı ayrı birer işyeri olarak kabul edilecektir.

Bir bankanın Ankara’da bulunan merkezi yönetim birimi ile çeşitli illerdeki şubeleri tek işyeri olarak mı kabul edilmelidir?

İK, işyerinin “…dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler…” ini de işyerinden saymaktadır (m. 2/z). Kanunda işyerinden sayılacak eklentiler örneklendirilmekle birlikte “…diğer eklentiler…” denilerek sayılanlarla sınırlı tutulmamıştır. Bu nedenle metinde yer almamasına karşın, işin nitelik ve özelliğine göre değişebilen sözgelimi garaj, otopark, toplantı salonu vb. nitelikli yerleri de işyerinin eklentisi kapsamında düşünmek gerekir.

Araçlar

İşyerinde, işin yürütülmesi için gerekli olan, sabit veya hareketli her türlü araçlar da işyerinden sayılır (m. 2/2). Örneğin, işçi taşıyan bir servis otobüsü, yük taşıma işlerinde kullanılan kamyonlar, sabit bir vinç, hafriyat için yararlanılan bir greyder, bir buldozer vb. gibi. Bir aracı işyerinden sayılabilmek için de, o aracın işyerine, işin niteliği ve yönetimi bakımından bağlı olması gerekir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Simon Ne Demek Simonlar

6772 Sayılı İlave Tediye Kanunu