Grevi Hatırlamak / Aziz Çelik
Grevi hatırlamak
Metal işçileri 21 yıl aradan sonra greve hazırlanıyor. Birleşik Metal-İş Sendikası 33 metal işyerinde 15 bin işçiyi kapsayan grev kararlarını aldı. Anlaşma sağlanmazsa grevler Mart ayı içinde uygulanacak.
Metal işçileri ve Birleşik Metal grevin temel bir işçi hakkı, bir insan hakkı olduğunu hatırlatıyor. Bu hatırlatma çok çok önemli. Çünkü yıllardır bir toplumsal bellek kaybı yaşanıyor. Eminim önümüzdeki günlerde piyasalardan ve piyasaperestlerden şöyle itirazlar yükselecektir: “grev mi, o da ne?”, “bu çağda grev mi olur?”, “ekonomi iyiye giderken, grev olacak şey mi?”, “milletçe en çok birlik-beraberliğe (ve ihracata) ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, nereden çıktı bu grev”.
Dahasını da yapacaklar; toplu sözleşmenin ve sendikacılığın da modasının geçtiğini ileri sürecek piyasaperest ekonomistler. Metal işçilerinin grevi hatırlatması sinirlerini bozacak. Ne güzel grev unutulmuştu. Kimse grevden söz etmiyordu. Çalışma barışı içinde, emek ve sermaye gül gibi geçinip gidiyordu. Şimdi ne alemi vardı grevi hatırlamanın!
Krizin faturası mı? Yükle işçiye! Fazla çalışma mı gerekiyor? İşçi çalışsın! (bir bakanın deyişiyle günde 15-16 saate kadar) Siparişler mi azaldı, işçi sendikalı mı olmak istiyor? At gitsin! Sendika yok, toplu sözleşme yok, grev yok. Ne âlâ çalışma barışı, değil mi?
Grevin bir hak olduğu uzun zamandır unutulmuştu. Grev hakkı kullanılmaz olmuştu. Gelin memleketimizdeki grev verilerine bir göz atalım: 2008 ve 2009 yıllarında 8 bin 100 işçi greve gitmiş. Yılda sadece 4 bin işçi! Grevde geçen işgünü sayısı ise 178 bin. 2002-2006 yıllarında ise yılda ortalama 3 bin işçi greve gitmiş. Grevde geçen işgünü sayısı ise 270 bin gün.
12 Eylül’ün hemen ardından 1984-89 döneminde, o zor günlerde bile, yıllık ortalama grevci sayısı yaklaşık 19 bin, grevde geçen işgünü ise 1.2 milyon idi. 1990-1995 döneminde yıllık ortalama grevci sayısı 100 bin grevde geçen işgünü sayısı 2.2 milyon; 1996-2001, döneminde ortalama grevci sayısı 9 bin 300 grevde geçen işgünü 270 bin idi. AKP dönemine baktığımızda grev eğiliminin dibe vurduğunu görüyoruz. Hak yok vazife var, grev yok çalışma var!
Bu zoraki çalışma barışının temelleri 12 Eylül’de atıldı. Dönemin mücadeleci sendikalarının kapısına kilit vuruldu ve on binlerce işçinin grevleri sona erdirildi. 1982 Anayasası ve 1983 sendikal yasaları ile ebediyen sürecek bir büyük sermaye barışı, “pax kapital” kurulmak istendi.
Sermaye barışının güvence altına alınması için gerekli sendikal düzenlemeler de yapıldı. 1980 öncesinin mücadeleci ve demokratik sendikal örgütü ve işkolunun en büyük sendikası Maden-İş, bir yandan sıkıyönetim öte yandan işveren örgütünün manevralarıyla yok edilmek istendi; üyeleri başka bir sendikaya geçmeye zorlandı.
Buna rağmen işçiler grev hakkını kullandılar. 12 Eylül sonrasının en büyük grevlerinden biri metal işçileri tarafından Netaş işyerinde yapıldı. 1989 ile 1995 arasında grev hakkı yaygın biçimde kullanıldı ve 24 Ocak-12 Eylül rejimiyle öngörülen emek rejimi sarsılır gibi oldu. Ancak 1996 sonrasında sendikal harekette başlayan geri çekilme sonucu grev eğilimi düştü.
AKP döneminde yapılmak istenen bazı etkili grevler (cam ve lastik) ise “milli güvenlik” nedeniyle defalarca ertelendi ve grevin adı anılmaz oldu. AKP döneminde -2007 Telekom grevini dışarıda bırakacak olursak- grevin adı yoktur. Telekom grevi de kapsam dışı personel ve taşeron uygulaması yoluyla etkisiz kılınmıştır.
Şimdi metal işçileri bu sermaye barışına itiraz ediyor. Kriz bahanesiyle düşük zamlara itiraz ediyor, ücret uçurumlarına itiraz ediyor ve idari kazanımlarının yok edilmesine itiraz ediyor.
Metal işçileri, grevin temel bir işçi hakkı olduğunu, temel bir insan hakkı olduğunu hatırlatıyor. Metal işçileri pax-kapitalin, sermaye barışının sonsuza kadar devam etmeyeceğini hatırlatıyor. Metal işçileri “cici sendikacılık” ile işçi haklarının korunamayacağını hatırlatıyor.
Hafıza tazelemekte, hatırlamakta yarar var!
AZİZ ÇELİK/birgun.net
Metal işçileri ve Birleşik Metal grevin temel bir işçi hakkı, bir insan hakkı olduğunu hatırlatıyor. Bu hatırlatma çok çok önemli. Çünkü yıllardır bir toplumsal bellek kaybı yaşanıyor. Eminim önümüzdeki günlerde piyasalardan ve piyasaperestlerden şöyle itirazlar yükselecektir: “grev mi, o da ne?”, “bu çağda grev mi olur?”, “ekonomi iyiye giderken, grev olacak şey mi?”, “milletçe en çok birlik-beraberliğe (ve ihracata) ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, nereden çıktı bu grev”.
Dahasını da yapacaklar; toplu sözleşmenin ve sendikacılığın da modasının geçtiğini ileri sürecek piyasaperest ekonomistler. Metal işçilerinin grevi hatırlatması sinirlerini bozacak. Ne güzel grev unutulmuştu. Kimse grevden söz etmiyordu. Çalışma barışı içinde, emek ve sermaye gül gibi geçinip gidiyordu. Şimdi ne alemi vardı grevi hatırlamanın!
Krizin faturası mı? Yükle işçiye! Fazla çalışma mı gerekiyor? İşçi çalışsın! (bir bakanın deyişiyle günde 15-16 saate kadar) Siparişler mi azaldı, işçi sendikalı mı olmak istiyor? At gitsin! Sendika yok, toplu sözleşme yok, grev yok. Ne âlâ çalışma barışı, değil mi?
Grevin bir hak olduğu uzun zamandır unutulmuştu. Grev hakkı kullanılmaz olmuştu. Gelin memleketimizdeki grev verilerine bir göz atalım: 2008 ve 2009 yıllarında 8 bin 100 işçi greve gitmiş. Yılda sadece 4 bin işçi! Grevde geçen işgünü sayısı ise 178 bin. 2002-2006 yıllarında ise yılda ortalama 3 bin işçi greve gitmiş. Grevde geçen işgünü sayısı ise 270 bin gün.
12 Eylül’ün hemen ardından 1984-89 döneminde, o zor günlerde bile, yıllık ortalama grevci sayısı yaklaşık 19 bin, grevde geçen işgünü ise 1.2 milyon idi. 1990-1995 döneminde yıllık ortalama grevci sayısı 100 bin grevde geçen işgünü sayısı 2.2 milyon; 1996-2001, döneminde ortalama grevci sayısı 9 bin 300 grevde geçen işgünü 270 bin idi. AKP dönemine baktığımızda grev eğiliminin dibe vurduğunu görüyoruz. Hak yok vazife var, grev yok çalışma var!
Bu zoraki çalışma barışının temelleri 12 Eylül’de atıldı. Dönemin mücadeleci sendikalarının kapısına kilit vuruldu ve on binlerce işçinin grevleri sona erdirildi. 1982 Anayasası ve 1983 sendikal yasaları ile ebediyen sürecek bir büyük sermaye barışı, “pax kapital” kurulmak istendi.
Sermaye barışının güvence altına alınması için gerekli sendikal düzenlemeler de yapıldı. 1980 öncesinin mücadeleci ve demokratik sendikal örgütü ve işkolunun en büyük sendikası Maden-İş, bir yandan sıkıyönetim öte yandan işveren örgütünün manevralarıyla yok edilmek istendi; üyeleri başka bir sendikaya geçmeye zorlandı.
Buna rağmen işçiler grev hakkını kullandılar. 12 Eylül sonrasının en büyük grevlerinden biri metal işçileri tarafından Netaş işyerinde yapıldı. 1989 ile 1995 arasında grev hakkı yaygın biçimde kullanıldı ve 24 Ocak-12 Eylül rejimiyle öngörülen emek rejimi sarsılır gibi oldu. Ancak 1996 sonrasında sendikal harekette başlayan geri çekilme sonucu grev eğilimi düştü.
AKP döneminde yapılmak istenen bazı etkili grevler (cam ve lastik) ise “milli güvenlik” nedeniyle defalarca ertelendi ve grevin adı anılmaz oldu. AKP döneminde -2007 Telekom grevini dışarıda bırakacak olursak- grevin adı yoktur. Telekom grevi de kapsam dışı personel ve taşeron uygulaması yoluyla etkisiz kılınmıştır.
Şimdi metal işçileri bu sermaye barışına itiraz ediyor. Kriz bahanesiyle düşük zamlara itiraz ediyor, ücret uçurumlarına itiraz ediyor ve idari kazanımlarının yok edilmesine itiraz ediyor.
Metal işçileri, grevin temel bir işçi hakkı olduğunu, temel bir insan hakkı olduğunu hatırlatıyor. Metal işçileri pax-kapitalin, sermaye barışının sonsuza kadar devam etmeyeceğini hatırlatıyor. Metal işçileri “cici sendikacılık” ile işçi haklarının korunamayacağını hatırlatıyor.
Hafıza tazelemekte, hatırlamakta yarar var!
AZİZ ÇELİK/birgun.net
Yorumlar
Yorum Gönder