Yıldırım Koç Sendikaların İçinde Kavga Olmadığı Sürece Yolsuzluklar Açığa Çıkmıyor


Yıldırım Koç: “Mücadele başlıyor, bu sendikacılardan kurtulmak lazım”
Sendika uzmanı ve akademisyen Yıldırım Koç ile sendikacıların yolsuzluklarını anlattığı son kitabı hakkında söyleştik. Büyük bir ekonomik krizin kapıda olduğunu belirten Koç, mevcut sendika yöneticilerinin tutumuyla işçi sınıfı mücadelesinin sürdürülemeyeceğini vurguladı.

Miami’de villa, 27 adet daire, 9 adet lüks otomobil ve jeep, oto galerisi… diye sıralanan malvarlıkları listesi… Tekstil fabrikalarına sahip olup da 42 yıl ilgili sendikada yöneticilik yapmak… 150 trilyon gibi büyük miktarlarda açılan yolsuzluk davaları… Bir bürokrata yıllarca açıktan ödenen maaşlar… Hükümetten gelen bir emirle, Bursaspor’u ihya edecek ödemeler… “Artist şampanyalı”, bol sıfırlı pavyon faturaları… Oğul, kız, gelin, damat, kuzen, artık aile ne kadar kalabalıksa, onlar için uydurulmuş işler ve maaşa bağlamalar… Usulsüz senet tahsilleri, ihaleler… Sahte faturalar…

Liste uzayıp gidiyor. Yukarıda anlatılanlar bir mafya analizi değil aslında. Türkiye’nin sendikacılık tarihinin önemli bir bölümünü özetliyor.
Çok uzun yıllardır sendikal hareketin içinde bulunan Yıldırım Koç ile Epos Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Sendikalarda Yolsuzluk Yapmanın El Kitabı” üzerine konuştuk. Büyük yolsuzluk hikayelerinin ayrıntılarını ise kitabı merak eden okuyucuya bırakıyoruz…

'KRİZ GELİYOR, MEVCUT SENDİKAL ANLAYIŞ TEŞHİR EDİLMELİ'

Öncelikle kitabınızın çıkış tarihinin AKP hükümetinin her türlü muhalefet ve özellikle örgütlü güçlere böylesine saldırdığı günlere denk gelmesini sormak istiyorum. Kitabınızda yer alan bilgilerin iktidar tarafından bu amaçla kullanılabileceğinden endişe duydunuz mu?
Hayır, asla böyle düşünmedim. Kitabımın çok önemli bir zaman dilimine denk geldiğine inanıyorum. 2012’nin özellikle ikinci yarısında Türkiye’de ciddi bir iktisadi kriz yaşanacak. Tüm değerlendirmeler bu yönde. Tüketici kredileriyle, kredi kartlarıyla işçiler, çalışanlar gelecekteki kazançlarını bu günden harcadılar. Kredilerle ev, araba sahibi oldular. Fakat borçlanma üstüne kurulan bu sistem 2012’ye gelindiğinde tıkandı. Sistem patlayacak. Ve bu dönemde işçileri büyük bir mücadele bekliyor. Bu kriz patladığında, sendikalar mücadeleye engel mi olacaklar yoksa önderlik mi edecekler?

Eğer bu sendika yöneticileri teşhir edilmeden var olan sistemlerini sürdürürlerse, bu mücadelenin genişlemesini engelleyeceklerdir. Çünkü sendikacıların ipleri hükümetin elindedir. Ama eğer bugün bunları teşhir edersek, bunların tartışılmasını sağlarsak - bugün nasıl Eğitim-Bir-Sen eylem yapmak zorunda kaldıysa- bu sendikalar da buna zorlanacaklardır. Yani, şartlar onları zorladığında yapmaları gerekeni yapacaklar. Şu bilinecek, yapmadıkları takdirde “sizin açığınız var, siz rezil adamlarsınız zaten. O yüzden korkuyorsunuz, kaçıyorsunuz” denilecek.

Yıldırım Koç kimdir? 1975-1980 döneminde DİSK’e bağlı Maden-iş, Yeraltı Maden-iş, Tek Eğitim Büro-iş ve Devrimci Metal-iş sendikalarında toplusözleşme, eğitim, araştırma uzmanı olarak çalıştı. 1980-1983 yılları arasında asistan olarak çalıştığı ODTÜ’ten sıkıyönetim tarafından uzaklaştırıldı. 1985-2008 yılları arasında Yol-iş Sendikası Eğitim Dairesi Başkanı olarak çalıştı. 1993-2003 yılları arasında Türk-iş Genel Başkan Danışmanı olarak çalıştı. 1998 yılından beri ODTÜ İktisat Bölümü’nde dersler veriyor. Aydınlık Gazetesi yazarı, Teori Dergisi Yazı Kurulu Üyesi’dir.
.
Yıllardır temiz unsurların tasfiye edildiği, kendileriyle işbirliği yapanların ayakta kaldığı ve sisteme entegre edildiği bir yapı söz konusu sendikalarda. Üye tabanı bu konuda duyarlı olursa, yöneticilerini bu alanlarda da denetlerse oraya bu tür zaafları öne çıkarmayacak insanları getirirler. Ve o zaman sendikal hareket önemli eksikliklerinden birini kapatmış olur.

Yani bunların teşhiri 2012’de yükselecek olan dalganın önündeki ciddi engeli kaldırma çabasıdır.

Son yıllarda Tekel eylemini dışında tutalım, sendikalardan ciddi bir muhalefet görmüyoruz. Bu durumun en önemli sebeplerinden biri sendikalarda yaşananlar mı?
Son dönemde sendikaların faal olması gereken koşullar yaşanırken büyük bir sessizlik içindeler. Geçmişte büyük eylemler yapmış bazı sendikalar bugün olumsuz gelişmeler karşısında en küçük bir tepki göstermiyorlar. Sebeplerin en önemlilerinin başında bu durum geliyor. Büyük sendikaların yöneticileri hakkında savcılıkta soruşturmalar sürüyor, bir kısmı hakkında da dava açılma aşamasına gelindi.
Yol-İş sendikasıyla ilgili dava 14 Mart 2012’de açıldı. 2008 Eylül’ünde savcılığa yapılan ihbarla başlayan süreç ancak 14 Mart’ta bir iddianameyle sonuçlanabildi. Türk-Metal hakkında ikinci bilirkişi raporu bekleniyor. Aşağı yukarı dosya olgunlaştı, önümüzdeki birkaç hafta içinde çok büyük bir dava açılacak. Çimse-İş’le ilgili de çok büyük bir dava açılacak. Tes-iş’le ilgili bir ihbar dava aşamasına kadar geldi. Fakat daha sonra şikayet dilekçesi geri çekildi ve dava açılamadı. Tek- Gıda-iş ile ilgili dava İstanbul’da sürüyor. Belediye-iş sendikasıyla ilgili bir Denetleme Kurulu Raporu var. Ancak bu dosyayı alamadığım için kitaba koyamadım.

“Bir kere tek başına 'sendika iyi bir şeydir' diye bir şey olamaz. İyi sendika iyi bir şeydir, kötü sendika kötü bir şeydir. Böyle sendikaya gideceklerine hiç gitmesinler. İşçi sınıfı bir başına kahraman değildir. Onu kahraman kılan kapitalizme karşı verdiği mücadeledir. Bu mücadele sürecinde kendini dönüştürür. Bunun önünde engel olacak bir sendikanın ve sendikacının yıpratılması gerekir zaten.”
Yani geçmişte bütün büyük eylemlere önderlik etmiş büyük sendikalar bunlar. Ben bunu şuna benzetiyorum; hani bir ayının burnuna bir halka takar küçücük, çelimsiz bir adam ve koskoca ayıyı oynatır. Şu anda sendikaların ve sendikacıların önemli bir kısmı bu durumda.

'SENDİKALARIN İÇİNDE KAVGA OLMADIĞI SÜRECE YOLSUZLUKLAR AÇIĞA ÇIKMIYOR'

MİT’in elinde bulunan, sendikacılara ait dosyalardan bahsediyorsunuz. Bu dosyalarda neler yer alır? Ve ne amaçla kullanılır?
İstihbarat örgütleri sendikacıları ilk yönetici oldukları andan itibaren izler ve zaaflarını tespit eder. Bu zaaflar kamuoyuna, savcılığa yansımasa bile bir dosyada biriktirilir. Artık zaafları neyse; para mı, içki mi, kadın mı… Bunların hepsi yıllardır, on yıllardır tespit ediliyor. Sendikacı biraz çizmeyi aşmaya kalktığında, bir kişi makamına gelir ve dosyayı önüne atar. Dosyayı gördükten sonra o sendikacı, yarın bir gün büyük bir gazetenin manşetine çıkmamak için kendisine çizilen sınırların dışına çıkamaz artık. Bu sözü geçen sendikacılar, büyük ve çok yüksek aidat geliri olan sendikaların yöneticileridir. Ağırlığı olan sendikaların hemen hepsinin bu konuda açığı var ve çok korkuyorlar. Önüne dosya atılacak olan insanlar sendikacılık yapmamalı.

Sendikalardaki yolsuzluk, hırsızlık ve talanın hikayesi çok uzun yıllar öncesine dayanıyor aslında. Neden bu soruşturma ve davaların başlama süreci sadece son iki yılda yoğunlaştı?
Muhasebe bölümleri sendikalarda kolay kolay kimsenin erişemeyeceği, sadece muhasebe müdürü, mali sekreter ve genel başkanın erişebileceği bilgilerin bulunduğu yerlerdir. Sendika içinde bir iç kavga olmadığı sürece bunlar ortaya çıkmaz.

“Bu dönemde işçileri büyük bir mücadele bekliyor. Kriz patladığında, sendikalar mücadeleye engel mi olacaklar yoksa önderlik mi edecekler? Eğer bu sendika yöneticileri teşhir edilmeden var olan sistemlerini sürdürürlerse, mücadelenin genişlemesini engelleyeceklerdir. Yani bunların teşhiri, önümüzdeki dönemde yükselecek olan dalganın önündeki ciddi engeli kaldırma çabasıdır.”
Çimse-İş Sendikası’nda pavyon faturasının tahsiline kadar gelen pervazsızlık içlerinde bir bölünme olmasaydı asla kamuoyuna yansıyamazdı. Çimse-İş’te 2010 yılında yaşanan kapışmalar nedeniyle bu faturalar ortaya çıktı. Yol-iş’te bir iç bölünme yaşandı, bir grup diğerini tasfiye etmeye çalışırken faturaları Denetleme Kurulu’na verdi. İç kapışma olmasaydı Denetleme Kurulu’na o bilgiler verilmeyecekti. Teksif’te 2007’de yönetim değişti ve dava süreci başladı. Teksif’teki Mali Sekreter İbrahim Yalçınoğlu 42 yıldır mali sekreterdi. Türkiye’de en zengin sendikacıların birinci sırasında Mustafa Özbek, ikinci sırasında İbrahim Yalçınoğlu vardır. Yalçınoğlu, tekstil iş kolunda sendikacıydı ama kendisinin de tekstil fabrikaları vardı. Sendikadan ayrıldıktan sonra şikayet üzerine hakkında dava açıldı. Ancak o sırada bir şey oldu, neler olduğunu bilemiyoruz tabii, yerel mahkeme kanıt yetersizliğinden beraatine karar verdi. Tek-Gıda-İş’te konu yine bir iç kapışma sonucu yargıya yansıdı. Türk-Metal’de süreç Ergenekon soruşturmasıyla başladı. Mustafa Özbek’in açığı aranırken artık sendikada olanlar saklanamaz hale geldi. Tes-İş’te 2008 yılından itibaren bir iç kapışma var. 17 Şube başkanı, Denetleme Kurulu’yla birlikte Mustafa Kumlu yönetimine başkaldırdı. Denetleme Kurulu bir rapor hazırladı, bu kurulun iki üyesi savcılığa başvurdu. Fakat daha sonra bu muhalefet seçimi kaybedince, yapılan pazarlıklar sonucu şikayet dilekçeleri geri çekildi. Büyük ölçüde satın alındılar, çok büyük paralar dönüyor bu işlerde.

'İŞÇİLER SENDİKALARDA YAŞANANLARDAN ÇOK DA HABERDAR DEĞİLLER'

Uzun süre Türk-İş ve Yol-İş’te Genel Başkan Danışmanlığı, Eğitim Dairesi Müdürlüğü görevlerinde bulundunuz. Kitabınızda anlattıklarınızın önemli bir bölümü o yıllarda geçiyor. O zamanlarda tüm bu olanların ne kadarına tanıktınız?
O zaman da konuşuluyordu bunlar ama hiç birinin belgesi yoktu. Yönetimde ya da denetleme kurulunda yer almıyorsanız bu belgelere ulaşmak mümkün değildir. Ve belgesiz bunları iddia etmenin hiçbir anlamı yoktur. Bana pavyon faturaları geldiğinde, oyuna getirildiğimi düşündüm. Çünkü bu kadar pervazsız olabilecekleri aklıma gelmemişti. Teyit için kalktım pavyona gittim. Allahtan üniversite hocası kimliğim var, epey uğraştıktan sonra, eksi ikinci katta loş bir odadaki patrona götürdüler. Bu bilgileri bilimsel bir çalışmada kullanacağımı anlattım. Teyit ettiler ama yine eminim olamadım. İşi sağlama almak için şimdiki Genel Başkan’a da gittim. Başkan bana “hocam onlar ne ki” dedi ve değişik pavyonlardan alınmış bir koçan faturayla geldi.

Anlattığınız sendikaların üyesi olan işçiler de bu söylentilerden haberdar oluyorlardır mutlaka. Onların tepkisi nasıl önleniyor?
Çok haberdar olmuyorlar aslında. Bir kere sendikalarda olan biten gazetelere çok fazla yansımıyor. Yansısa bile bir süre sonra unutuluyor. Tabandaki tepki şöyledir; eğer işçinin ücretinde ciddi bir düşme olmuyorsa, sendikacısı düğününe, cenazesine geliyorsa, hastalandığında ilgileniyorsa, sendikacısının çalıp çırpmasıyla ilgilenmiyor. Ama eğer satın alma gücü düşüyorsa ve hükümet ya da işveren karşısında sendikasının sessiz olduğu konusunda kafasında bir algı oluşmuşsa dedikodular başlıyor. Ve sendika yönetimin düşürülmesi de böylece gündeme geliyor.

Sendikalarda yönetimler böyle mi değişiyor?
Aslında işçi, mücadele zorlayınca değiştirmeye de başlıyor. 1989 Bahar Eylemleri’nin ardından, Türk-iş’e bağlı 33 sendikanın 17’sinde yönetim değişti. 800 şube yöneticisinin yüzde 50’si değişti. Dalga yükseldiğinde bunun sendika yönetimlerini değiştirmemesi olanaksız. Asıl değişim bununla oluyor. Yaşanacak olan çok ciddi siyasi ve ekonomik krizler bir fırsat aslında. Sıradan bir işçi, mücadele sırasında başarılı bulmadığı sendikacısını, başarısızlığının nedenlerinden birinin bu tür zaaflar olduğunu kavrarsa doğal olarak değiştirir.

'İŞÇİLER KÖTÜ SENDİKAYA ÜYE OLACAKLARINA HİÇ SENDİKALI OLMASINLAR'

Bir zihniyetin yanı sıra, bu sendikacı modelini bir sistem yaratıyor aslında. Bunun önüne nasıl geçilebilir?
Sendikanın öz yönetimiyle kolay becerilebilecek bir şey değil bu. Sistemin sürekli bu tipte sendikacılar yaratmasının en önemli sebeplerden biri dışarıdan siyasal yapılanmaların bu alandaki çalışmalarının çok yetersiz olmasıdır. Siyasi yapıların bu alanda teknik alt yapıyı bilerek, sendikayı bilerek, işçiyi bilerek belli bir birikimle daha çok ve daha etkin çalışmaları gerekiyor. Ancak, siyasi oluşum ve partilerin hemen hepsi bu alanda çok zayıf. Eğer eksiklerini bilip tamamlayarak bu alana girerlerse, sendikalardaki bu tip oluşumların önüne ciddi bir şekilde geçilir. Siyasi oluşumların örgütlediği işçi sayısının hiçbir önemi yoktur aslında. Kısa bir süre sonra mücadeleye bu kişiler önderlik ederler ve değişim başlar.
Hem, siyasi oluşumlar sendikaların ve işçilerin içinde yer alırlarsa o zaman ortaya çıkacak tepkiyi daha farklı bir toplumsal sürece kanalize edebilirler de. 1980 öncesinde DİSK’te bunun çok önemli örnekleri yaşandı.

“Dosyayı gördükten sonra o sendikacı, yarın bir gün büyük bir gazetenin manşetine çıkmamak için kendisine çizilen sınırların dışına çıkamaz artık. Bu sözü geçen sendikacılar, büyük ve çok yüksek aidat geliri olan sendikaların yöneticileridir. Ağırlığı olan sendikaların hemen hepsinin bu konuda açığı var ve çok korkuyorlar. Önüne dosya atılacak olan insanlar sendikacılık yapmamalı.”
Sendikacılarla ilgili kitabınızda anlattıklarınızın, sendikalaşma çalışmalarını olumsuz etkileyebileceğinden kaygı duydunuz mu?
Böyle düşünmüyorum. Bir kere tek başına “sendika iyi bir şeydir” diye bir şey olamaz. İyi sendika iyi bir şeydir, kötü sendika kötü bir şeydir. Böyle sendikaya gideceklerine hiç gitmesinler. Yol-İş sendikası bir dönem Türkiye’deki en önemli, en kitlesel eylemleri yapmış sendikaydı. Şimdi gıkı çıkmıyor. “Şalter inecek, hükümet gidecek” diye eylem yapan Tes-İş’ti. Şalteri indirecek olan onlardır. Keza Türk-Metal, 100 binin üstünde üyesi var. Hangi ciddi eylemde görüyoruz bu sendikaları? Çünkü tüm bu sendikaların yöneticileri, hükümetin savcıların, MİT’in elinde oyuncaklar. Bu yöneticiler, bu halleriyle önderlik edeceklerine yıpransınlar. Bursa’da 6 bin Bosch işçisi Birleşik Metal’e geçti. Bu geçişi engellemek için Türk-Metal işverenle birlikte çalıştı.

İşçi sınıfı bir başına kahraman değildir. Onu kahraman kılan kapitalizme karşı verdiği mücadeledir. Bu mücadele sürecinde kendini dönüştürür. Bunun önünde engel olacak bir sendikanın ve sendikacının yıpratılması gerekir zaten. haber.sol.org.tr

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Simon Ne Demek Simonlar

4857 Sayılı İş Kanunu Kimleri Kapsar

6772 Sayılı İlave Tediye Kanunu